Gazete manşetlerinde her olay sonrası görmeye
alıştığımız kelimeler “lanetliyoruz” ,
“kınıyoruz” ”kahrolsun”. Bu sözcükler daha önce hiç söylenmemiş gibi aynı hırs
ve öfkeyle dudaklarımızda. Yine barış çağrıları, yine kaos ortamı, yine terör,
yine gözyaşları. 12-13 Ekim’de hayatı durduruyoruz, yok sayamayız, bunlar oldu ve
biz bu kafada oldukça da devam edecek. Devam edecek çünkü iki yüzlüyüz biz.
Çalıp çırpsa da üste çıkacak, bağırıp çağıracak, biz madende kaybettiğimiz
yakınımızı ararken iki tekme atacak, markette sıkıştırıp tokatlayacak, onu
kaale bile almayan ülkelerin başkanlarına uluslararası platformlarda
atarlanacak başkan istiyoruz biz. Biz gücü elinde tutan kişi adil olsun
istemiyoruz ki, bizi ezsin istiyoruz, bize tepeden baksın istiyoruz. Biz gücün
karşısında ezik olmak istiyoruz. Biz kültürlü, donanımlı bir başkan değil,
mahalle kabadayısı, ucuz filmlerden fırlamış, ağzı bozuk üçüncü sınıf delikanlı istiyoruz. Biz
ayrıştırılmak, kategorize edilmek istiyoruz. Bizi yöneten başkan kırmızı ışıkta
durmasın, hız ihlali yapsın, hatta oğlu bir vatandaşa çarpsın hiç ceza almasın
istiyoruz. Düşünüyorumda meclise bisikletle gidip gelen bir başbakanımız olsa
hiç saygı görmez, yadırganır hatta, hele bir de kırmızı ışıkta duruyorsa vay
haline. Hakkımızın yenmesine, sömürülmeye ne kadar alışığız. İnsanlar elli
metrekare ev için dünya paralar döküp içine dört kişi sığmaya çalışırken bizim
başkanımızın binyüz odalı ak sarayda oturmasını, diğer devletler gözünde
itibarımız diyerek hak görüyoruz. Biz
barış istemiyoruz ki, biz ezilmekten hoşlanıyoruz. Kömür parasına oyumuzu satıyoruz,
boynumuza tasmamızı geçiriyorlar kirli elleriyle, seçim meydanlarına
sürüklüyorlar, bizi elli liraya satın alıyorlar, izin veriyoruz. İndirime girmiş nevresim
takımı gördüğümüzdeki hazzı, bir kitabın indirime girdiğini görünce duymuyoruz.
Çocuğumuzun eğitimine para harcamaktansa, arabamızı değiştirmeyi yeğliyoruz.
Memleketimde hem özel okul var, hem devlet okulu, hem imam hatip, hem temel
lise, hem anadolu lisesi nedir bu işin gerisi bile demiyoruz. Doların yeşilini,
doğanın yeşilinden daha çok seviyoruz. Malcı milletiz biz, maddiyatçıyız,
unutkanız, bir de hamurumuz bozuk.
Ne Komünistiz ne sosyalist, çünkü kafamızda tilkiler var bizim, aynı safta bir olmaya, karşıyız. Köylü kurnazıyız biz kafamızda sürekli nasıl kaytarırım düşüncesi, bize, birbirimizi kırdıracak sistemin adamı lazım.
Ama milletçe masalları seviyoruz, kim kulağımıza bir masal fısıldasa mışıl mışıl uyuyoruz. Mesela uzun boylu adam şöyle bir masal anlattı geçenlerde “Bir varmış bir yokmuş, Suruç diye bir yer varmış, birisi burayı kana bulamış, ama bu kişi yakalanmış, hatta adaletin şevkatli ellerine teslim edilmiş. Ülkemiz istikrarını koruyan yükselen bir ülke imajını sürdürmekteymiş. Ülkemizin yükselen itibarı bazıları için bir tehdit unsuru niteğinde olabilirmiş.” Ninni de ninni, ninni. Uyandık, gözümüzü açtık, bir anda sıçradık uykumuzun en güzel yerinde bakındık etrafa tam 97 ölü, etraf olmuş kan gölü. Üzüldük, yastayız dedik üst üste binen olaylarla biriken öfkemizi boşalttık içimizdeki balon söndü . Uykuya dalmaya hazırız artık, kısa boylu adam yine bir ninni mırıldanıyor; “Ülkemiz Suriye gibi olmayacak, bazen bu gibi rutin dışına çıkan eylemler olabiliyor.” Rutin dışına çıkan eylem nedir? Senin devlet olup koruyamadığın insanların eylemimi, insanların üstüne saldığın intihar eylemcilerimi rutin dışı? Söyle hangisi. Biliyorum herkes bağırıp çağıracak, gösteriler düzenleyip yarayı canlı tutmaya çalışacak ama üç gün sonra, canımızı yakan herşey gibi bu da unutulacak.
Aziz Nesin’in de dediği gibi Bir gün bu ülkenin başucuna bir not yanağına da bir
öpücük kondurup gideceğim. çok tatlı uyuyordun uyandırmaya kıyamadım
diyeceğim...
Sevgiler,
Melis