Followers

Saturday, November 19, 2016

Ne Kodun Len Kafama?

Son günlerde bakıyorum da, Türkiye'de yaşayan insanlar ikiye ayrılıyor, yurt dışına yerleşmeyi düşünenler ve yurt dışına yerleşmek üzere olanlar. Çevremde nerdeyse hayatına, doğduğu topraklarda devam etmek isteyen yok gibi. Bir yere yemeğe gittiğimizde, yan masamızdaki insanlar, banka, market kuyruklarında konuşanlar, eş dost, akraba hep bir gitme peşinde. Kızımın okulunun whatsapp grubundaki veliler bile Green Card başvuru tarihlerini büyük bir heyecanla birbirlerine hatırlatır oldular. Çünkü herkes evladının, kendi geleceğinden endişeli.

Her gün haberleri okuyup birde kendi içimde deşifre etmeye çalışıyorum, insanın sürekli kafasında bir dekoderle dolaşması ağır geliyor bazen, yoruluyorum. Zaytung haberi sandığım haberler, sıklıkla gerçek haber çıkıyor mesela. Yada okuduğum çoğu haber, beynimin içine bir şey zerk etmeye çalışıyor inceden. Levent Kırca'nın parodilerinde vardı ya " Ne kodun len kafana?" bende onu, haber okurken soruyorum genellikle "Ne kodun len kafama?"

Mesela okuduğum bir haberde şöyle diyordu "Gece 22:00 den sonra toplu taşıma araçlarını kullanan kadınlar durak dışında da istedikleri yerde inebilecekler" asıl fikir en yakın güzergahtan kadının eve ulaşmasıydı. Ne kadar ince bir düşünce örneği ?

Saatleri ileri almadık bu yıl.  Amaç ne?  İşten çıkınca "karanlık" olmasın.

Çocuk gelişim kitaplarından birinde şöyle bir yazı vardı "Bazı ebeveynler çocuğun herhangi bir korkusu olmadığı halde, o uyurken gece lambasını açık bırakır veya koridorun ışığını gece boyu açık tutar. Böyle durumlarda çocuk karanlığın korkutucu bir şey olduğunu öğrenir. İlerleyen dönemlerde de karanlık odada uyumaktan kaçınabilir.
Karanlıktan korkan çocuğun sürekli aydınlıkta uyumasına izin vermek çocuğun korkularında haklı olduğunu düşünerek karanlık korkusunu sürdürmesine neden olur"



Sizce de çok benzer değil mi?



Yani saat 22:00'den sonra bir kadının akşam dışarda olması tehlikeli mesajını almadınız mı?
Aslında düşünmemizi istedikleri "Akşam 22:00'den sonra bir kadının dışarda olması uygun değildir"
Sonra haberlerde karşımıza çıkan "Akşam 22:00'de evine gitmekte olan B. Y. saldırıya uğradı."
 
Yazının altındaki yorumlar da genelde;
- O saatte dışarda ne işi var.
-Üstünde mini etek varmış.
-Nasıl ailesi var? saat 22:00'de kızlarını dışarda bırakmışlar.
-Cıkk ,cıkk , cıkk o saatte dışarda dolaşılmaz, hakketmiş o, hakketmiş.



Şimdi verilen önergeyle o yorumları düşünemiyorum,

Düşünseniz çocuk yaşındaki biri tecavüze uğrayacak sonra tecavüzcüsüyle evlendirilecek, adam da serbest kalacak yada cezasına indirim alacak, burada ceza kime?
Bir de imam nikahının resmileştirilme çabası var önergede. Var da var kısacası...

Sevgiler









Thursday, July 7, 2016

Anne Tavsiyesi mi? Reklam mı?

Sağlıklı anne, şişman anne, titiz anne zırt anne, ve pırt anne vb. olmak üzere bir sürü anne blogu takip ediyorum. Ben bu takip olayına hamileyken bulaştım, çünkü korkuyordum, etrafımdaki arkadaşlarım ya daha evlenmemiş yada evlenenlerin henüz çocuğu olmamıştı, çocuk konusunda güvenebileceğim tek insanın annem olduğu düşünüldüğünde bana sürekli hamileliğiyle ilgili olumsuz anılarından bahsettiği için yanına pek yaklaşmıyordum, çareyi blogger annelerde buldum. Okudum da okudum, bir kaçının hala pratik çözümleri ve yaşanan sorunlar karşısında doğru bir mantığı olduğunu düşünüyorum ama hakkında böyle düşündüğüm sanırım sadece iki blogger var.  Çoğu anne blogger en iyisini ben bilirim iddiasında.
Bir de bu bloggerların çeşitli markalardan reklam alanları var, bence profesyonel olarak yapılamayacak bir şey değil, neden olmasın ama bunu "ben bu ürünü kullandım çok güzel aman daha iyisi yok aramayın." şeklinde olanlarına kızıyorum, çünkü bunun reklam mı yoksa gerçekten samimi bir anne tavsiyesi mi olduğunun ayırdına varamayacak çok insan var, ayrıca bu yapılan reklamlardan sonra gerçekten samimiyetle bir şeyler paylaşanlar da yanlış algılanıyor ve paylaşmanın çok da bir anlamı kalmıyor.
Mesela ben atölye açtığımda, İstanbul'da bir ilçenin anneleriyle sürekli buluşmalar ayarlayan, sosyal medyada, kataloglardan fırlamış gibi düzenlediği evinde (bizim ev çocukla asla, bir gün bile öyle olamıyor), çocuğuna dize kadar çizmeler giydirerek  ve çeşitli aksesuarlar takarak fotoğrafını paylaşan ve hatırı sayılır takipçi sayısı olan bir anne geldi. Geldiğinde blogger olduğunu bilmiyordum. Gelince çocukla ilgilenmekten çok fotoğraf çekti, sonra bir baktım benim atölyeyi etiketlemiş instagram'da , sonra o fotoğrafın altına yorum yapan insanlar tek tek atölyeyi aradı, biz de kayıt yaptırmak istiyoruz dediler, ama illa o bloggerın olduğu saate gelmek istediklerini belirttiler. Yok dolu dedim olmadı, sonra kayıt yaptırdığı halde o blogger da katılmadı ama paylaştığı fotoğrafın altında biz her pazartesi saat 10:00'da miniones'dayız yazmıştı. Sosyal Medya'da o etkinlikten bu etkinliğe koşan blogger'ların çoğu  hatırı sayılır ücretlere, markanın reklamını yapıyorlar yada çoğu fotoğraflarda sunduğu şeyi yapmıyor oluyor.
Bir başka konu da, günümüz koşullarında ne popülerse doğru yanlış bakılmadan kadın günün de paylaşılıyormuşçasına sosyal medyada paylaşıp takipçilerden yorum almak, tribünlere oynamak. Mesela bir blogger Adem Güneş'in Güvenli Bağlanma kitabını okumuş, çocuk üç yaşına gelene kadar annesiyle zaman geçirmesinin önerilmesine içerlemiş bunu takipçileriyle paylaşmıştı. Evet her şey her zaman siyah, beyaz olmamalı, mutlaka çocuğuna bakmak için çalışmak zorunda olan, yada çalışmayan bir anne olmanın yıpratıcı olduğunu düşünerek, yada çalışmayı daha çok sevdiğinden  psikolojik olarak sağlıklı kalabilmek için çalışmayı tercih eden anneler vardır ama bence bu bizi neyin doğru olduğu konusunda, anne olarak bir psikolog'dan daha bilgili yapmaz. Her iki hali (çalışan anne ve çalışmayan anne) de deneyimleyen bir anne olarak söyleyebilirim ki çocuğunuzla geçirdiğiniz her artı zaman, çocuğa bir o kadar katkı sağlıyor ve ilişkiyi güçlendiriyor.




Wednesday, July 6, 2016

Bugün Bayram, Bayram gibi olun!

Bugün tüm komşularımız için hazırladığım, onedio havasındaki satırbaşlarımı dikkatle okuyunuz eminin herkes kendi komşusundan bir şey bulacaktır.Benim bulduğum kesin

1) "Dünya değişsede siz değişmeyin"

Mesela çocuğunuzun topu bahçeye kaçınca, güvenliği arayıp topu komşunuzun bahçesinden istetecek kadar "cool"  ( cool dedim hadi iyisin, ama anladın sen !!! :)) olmayın. Bırakın çocuğunuz sosyalleşsin, siz de rahatlayın, kasılmayın.

2) "Hayat dolu olun"

Bırakın çocuk sesinden rahatsız olmayı, ses duyunca cık cıklamayı. Kulaklarınız ne kadar iyi duyuyor diye sevinin. Bahçelerden çocuk sesleri duyulurken, sizin bahçeden duyulan tek sesin bahçeyi ilaçlarken kullandığınız "fıs fısın" sesi olması ne kadar hayat dolu bir aile olduğunuzu gösteriyor zaten biz biliyoruz.

3) "Hayvan sever olun"
Yan komşunuzun köpeğinin havlamasından rahatsız olup, gece gece "Biz de hayvan severiz ama köpeğiniz sesi rahatsız edici" konulu  mail atmak yerine gerçekten hayvansever olun !!!
Gidin köpeğin başını bir okşayın. Hem zaten siz ne kadar hayvan sever olduğunuzu iddia etseniz de, komşularınızın bahçesinde kanlı canlı kaplumbağalar varken, sizin bahçede kaplumbağanın ancak heykelinin olması, 2,5 yıldır sitece ortak bakılan kediye bir kap su dahi vermemiş olmanız, kızınızın sanırız okulda artık materyallerden dönem projesi olarak yaptığı kedi evini estetik değil diye komşunuzun bahçesine itelemenizden hayvan severliğinizi anladık.

4) "Göz hakkının, hakkını verin!

Komşunuzun bahçesinde yetişen çileklerden doyasıya yiyin, hatta alabilir miyim diye sormayın da gerçekten :)  Ama çocuğunuza "evladım koparma bak evdeler, arabaları kapının önünde  duruyor görmüyor musun" demeyin. Bu çocuğu gizliden iş yapmaya, sinsiliğe sevk eder sonra sizin başınız yanar benden söylemesi.

5) "Bayramda gelen çocuklara kapılarınızı açın"

Gerek komşu, gerek akraba, eş dost gelen çocuklara bahçenizin kapılarını açın. Açın ki genelkurmay başkanı teftişe gelecekmiş gibi askeri düzende duran bahçenizle özellikle erkek çocuklara askeri bölge havasını erkenden yaşatın. Bahçenizde voleybol oynamak suretiyle domates fidelerinizi kıran  çocukları "harçlığınızdan keserim" diye tehdit etmeyin.

6) "Değneğiniz bir kenara bırakın"

Artık barış ilan edin, ellerinizi başınızın üstüne koyun ve silahınızı yavaşça ileri itin. Üst katınızdan duyduğunuz her sese kulak kesilip, değneğinizle üst kattaki komşularınızı dürtüklemeyin, kaloriferlere vurmayın demiyorum bile.

7)"Gözetleme deliğini sadece kapınız çaldığında kullanın"

Komşularınıza kapınızın önünde sihirli bir düğme varmış gibi hissettirmekten vazgeçin. Her tıkırtıda gözetleme deliğine koşup kapıyı açmayın, "ben de çöpü çıkarıyordum" bahanesiyle kapıyı açıp, gelen geçeni sorguya tutup 1 saat kitlemeyin.

Unutmadan aman bu bozulmadı diye  gelen geçene tarihi geçmiş şeker, çikolata vermeyin.

Şeker gibi bayramlar dileğiyle,

Öpüldünüz

Monday, July 4, 2016

Düzelir miyiz? Hiç Sanmam 😔

Son zamanlarda toplum olarak yaşadığımız şeyleri düşünüyorum da biz gerçekten ortak değerleri olan bir millet miyiz?  ortak şeylere sevinme, ortak şeylere üzülme, tepki gösterme şuurumuzu mu kaybettik?  IŞID'ın yaptığı terör saldırısından sonra bir kısmımız yas tutarken, bir kısmımız Osman Gazi köprüsü açılıyor diye göbek atıyor. Başka ülkeler bu üzücü olay nedeniyle yas ilan edip, maç öncesi saygı duruşunda bulunurken, bizim devlet büyükleri ağızları kulaklarında konfetili açılış yapıyor. Aynı saatte bizim televizyonlarda " eşim vefat etti, kayınvalidem ve kayınpederimle yaşıyorum bu caiz mi diye" merak edip Nihat Hatipoğluna danışan vatandaşımız var bizim. Bize neler oluyor? Aslında neler olmuyor ki, koyun yerine konuluyoruz resmen, sabah 09:00 akşam 18:00 çalışıyoruz sonra trafik, yemek ve bir türk dizisiyle günü sonlandırıyoruz. Maaşımızı bizi daha iyi gösterebileceğine inandığımız şeylere harcıyoruz. Televizyonlar, havuz medyası, ne gösterirse inanıyoruz. Sırf kendi çocuğumuz bizim halen beslemekte olduğumuz çarkın içine girsin diye özel okullara yüzbinler harcıyoruz, anadolu liseleri imam hatip oldu, meslek liselerinin durumu içler acısı, yok yok devlet okuluna gönderilmez çocuk ne olduğu belli değil , bizim bir tanıdık göndermiş, seccadeyle alıyorlarmış, veliler sınıf kapısında kolonya ikram ediyorlarmış yok bize yabancı bu durum diyoruz da ne yapıyoruz? Özel okula gönderip müşteri oluyoruz, sonra da çocuklar amerikan ekolü, italyan ekolü, fransız, ingiliz ekolü bir okula girsin diye dua ediyoruz. Bu kadar utandıysak kendi halimizden neden bir şeyler yapmıyoruz? Böyle kurtulabilecek miyiz? Aslında bir devletin gelişmesini hızlandıran en önemli iki şey elimizden alındı; biri eğitim, diğeri
 adalet. Biz ne yapabildik?  hiç. Düşünüyorumda benim gibi düşünenlerin ya tek çocuğu var yada hiç yok, ama köprüde göbek atan abimin en az 3 çocuğu vardır. Kendimi geçtim, kızımı düşünüyorum. demokratik sistemde herkesin tek oy hakkı varken çoğunluk kim olacak ilerde biz mi, yoksa onlar mı?Tayyip'in can damarına basıyor , herkesin oyu bir, bu olur mu diye soranlar. Zaten sistemin istediği belli, muhafazakarsan göbeğini kaşıyan adam ol, junior göbeğini kaşıyanlar doğur, sorma, sorgulama, muhalefet ediyorsan da tatava yapma bas geç, ne güzel değil mi?