Followers

Sunday, November 10, 2013

Ada'nın Kamlumbağaları

 Küçüklükten beri hayalimdi, bir köpeğimin olması. Aslında küçükken bir köpeğim vardı ama tüm gayretlerime rağmen bir türlü bizim evde kalamadı. Evimizin bir bahçesi varken bizimle uzun süre yaşadı ama biz apartmana geçince, Evi bahçeli olan yakın uzak tüm akrabaların evine misafir oldu hayvancağız. Annem apartmanda köpek beslenirmiymiş diyerek son noktayı koydu . O yüzden çocukluk hayallerimde hep kendi evim olduğunda kedi, köpek beslemek vardı. 

Evlendim, çalışıyordum evde herhangi bir canlıyla ilgilencek kimse olmadığı için bu hayalleri bilinmeyen bir zamana kadar rafa kaldırmıştık ki Ada doğdu. Ada doğdu, e hadi evde birileri olacak çocuğun köpekle kediyle büyümesi iyi olur diye düşünüyordum ki. Gelen her bakıcı, ve bakıcı ajansı  görüşmede evde evcil hayvan besliyor musunuz diye sordu. Besliyor olsaydık gelecekleri yoktu. Sonra Ada'nın alerjik bir çocuk olduğunu öğrendik. Bu defa doktorlar evde kuş dahil tüylü hiç bir hayvan olmaması gerektiğini söylediler. Besleyebileceğimiz tek canlı su kaplumbağasıydı. 

Sonunda ne mi oldu? Efenim, öyle  Çocuğumu kediyle, köpekle büyütme hayallerim suya düştü. Ama yılmadım Eminönü'nden Ada'ya iki tane minik su kaplumbağası aldım. Şimdi Ada yatmadan önce onlara iyi geceler diyor. Uyku rutinimizin bir parçası oldular :)

Sunday, September 15, 2013

Hangi bebek arabası?

Elbetteki bu soru her anne baba adayının doğumdan önce kafasını kurcalamıştır. İnsan çocuğuna bebek arabası seçerken, kendi arabasını alırken bu kadar ince eleyip sık dokumadığının farkına varıyor. Baston araba mı alsam? Travel system mi? Anakucağı almasam mı? Portbebe gerekli mi ? Değil mi derken bir de fiyatlar işin içine girince insanın kafası iyice karışıyor.
       Bebek arabası seçiminde bence önemli olan bütçeyi ve ne istediğini belirlemek. Her bütçeye göre bebek arabası bulmak mümkün. Mesela nasıl bir yerde yaşadığınız, yaşadığınız sokağın yolları çakıllı mı? asfalt mı? Apartmanınız Asansörlü mü? Tüm bu sorular bebek arabası seçiminde size yol gösterebilir. Şöyle ki eğer travel system bir bebek arabası düşünüyorsanız bebek arabası 11 kg olacaktır bunun anakucağını da hesaba katarsanız ve evinizde asansör yoksa dışarıya birinin yardımı olmadan çıkmanız imkansızlaşır. By durumda baston bebek arabaları, yada hafifliği ile ön plana çıkacak bir başka bebek arabası tercih edebilirsiz.
Travel system bebek arabaları bebek arabasına ve ayrıca otomobilinize monte edilebilen anakucağını içerir. Bu ana kucağı eğer bebeğiniz çok iri bir bebek değilse ilk 0-6 ay boyunca kullanılır. Bebeğiniz  bu dönemde bebek arabasında yüzü size dönük şekilde seyahat eder. Altı aydan sonra bebek arabasına başka bir bölüm takılır. Bebek arabasını artık bu yeni parçasıyla kullanırsanız bebeğinizi isterseniz yüzü size dönük isterseniz etrafı izleyecek konumda oturtabilirsiniz ve böylece yeni bir otomobil koltuğu almanın zamanı gelmiş olur. Bu tür bebek arabalarının tekerlekleri büyük ve dayanıklı olur kaldırımlar, merdivenler , çukurlar sizin için kabus olmaz. Rahatlıkla her tür zorluğun üstesinden gelirsiniz bu 11-15 kiloluk arabayla. Lakin evinizin merdivenlerini çıkarken sokaktaki memnuniyetinizden eser kalmayabilir. Eğer binanızda asansör varsa böyle bir ağırlığı dert etmeyebilirsiniz.
    İkinci şık yok ben böyle ağır bir araba almam dediniz, o zaman daha hafif bir arabayı tercih etmenizi öneririm. Ama daha yeni doğmuş bir bebek için baston puset kullanmayın derim çünkü bunu doktorlarda omurga gelişimi açısından ve  bebek oturamadığından sorun teşkil edebilir diye önermiyorlar. Baston puset bebeğiniz oturmaya başladıktan sonra ikinci bir bebek arabası olarak pratikliği açısından tercih edilebilir yani ben olsam yeni doğan bebeği baston pusete koymam.
   Bir de dört tekerlekli mi üç tekerlek mi olsun mevzuu var. Bence buna bebeği kim gezmeye çıkaracaksa o karar versin, arabayı almadan önce denesin. Ben denedim, bana üç tekerlekliler satıcı ne kadar överse övsün dört tekerlekliye göre çok daha dengesiz geldi. Yok üç tekerleklinin manevra kabiliyeti daha iyiymiş miş mişş, haydarpaşaya vapur mu yanaştırıyoruz yaa...
     Son olarak bu kadar konuştum araştırdım da ne aldım dersem ben concord neo aldım. Memnun da kaldım. Olumsuz yanları şöyle;
-kumaşının çok terletmesi
-nadirde olsa tekerleklerinin kitlenmesi.
-Anakucağının güneşliği de biraz küçük.
-ağır, araba ağır :(

Terletmeyen bebek arabasına şahit olmadım yaptılarsa ne ala. Bence ne alırsanız alın mutlaka bebek arabanıza ve otomobile uyumlu bir anakucağı alın ve anakucağı isofix'li olsun ( isofix sistemde bebegi sadece ana kucağının kemerine bağlamanız yeterli isofix direkt olarak arabanın şasisine bağlanıyor ve acaba kemeri doğru bağladım mı ? yeteri kadar sıktım mı ? derdi ortadan kalkıyor, bildiğim kadarıyla yurtdışında isofix kullanmak zorunlu, ama ülkemizde hala kelle koltukta yolculuk etme anlayışı devam ediyor.) bir de açılıp kapanması kolay olsun.

Bizim apartmanın asansörünün olmayışı gibi teknik imkansızlıklardan dolayı gittik baston puset aldık. Hafif mi hafif kuş gibi taşınması, katlanması pratik. Ama gel gelelim yollarda bizim concord kadar performanslı değil, kaldırımlara takılıp, çukurlara düşen bir araba modeli. Yine de hafifliğine verip kötü yanlarını görmemeye çalışıyoruz ;)


Huzurlu bir an...


    İnsanlar en çok seyahat ederken rahat ve huzurlu olurlarmış çünkü hiç bir şehre ait hissetmezlermiş kendini ne varacakları kente ne de az önce veda ettikleri yere. Belki doğru bu, belki yanlış bilmiyorum.
     Ben küçükken sabah çok erken yola çıkardık. Sabah güneşi daha ortada yokken, mevismlerden yaz bile olsa evden çıkınca koskoca bir serinlik olurdu, diriltirdi insanı. Sanki hadi yola çıkıyorsun uyan diye usul usul fısıldardı kulağıma. Uyku mahmuru gözlerle arabanın camından dışarıya bakardım, önce koca bir siyahlık olurdu sonra hafif bir pembelik belirmeye başlardı. Tarlaların arasındaki yollardan giderken, ellerinde orakları çifçiler görürdüm tarlada çalışan, güneşten önce uyanırlardı onlar. Islak toprağın üsütnde keten çuvallar mahsülleri hızlı hızlı toparlayan kadınlar görürdüm elleri karınca gibi hızlı, çalışkan. Güneş çimenleri ağaçları çok parlak bir kızıla boyardı o an bir resim gibi kalırdı hep aklımda.Bir durak vardı durduğumuz Susurlukta. Annem mutlaka telefon ederdi anneanneme ordan sanki ayrilali çok olmuş gibi uzun, uzun konuşurlardı. Eğer yola çıktığımızda mevsim kışsa soba yanardı bu mola yerinde. Camlar buğulanırdı ben cama şekiller çizerdim. Parmağım ıslanırdı. camın buğusunu silmek hoşuma giderdi. Sonra tekrar binerdik arabaya şehirler geçerdik, her şehir yeni bir dünya olurdu sonra arabanin arka caminda yok olurdu.
Hala çocuk gibi sabırsızlansam da, şu yol bir bitmedi diye, biliyorumki yolda olmak güzeldir huzurludur.

Gecenin bu saatinde bana bunu yazdıran ve hissettirende  şuncacık şarkıdır yahuu;



www.youtube.com/watch?v=VYCOg-yglNM

Evgeny Grinko - 




Saturday, September 14, 2013

Turk Annesi ve Yabancı Anneler

      Türk annelerin ve Yabancı annelerin çocuk yetiştirme tarzının çok farklı olduğunu biliyorum.
Gittiğimiz tatil köylerinde ağlayan, kendini yerden yere atan çocuklar hep Türktür. Bu çocuklara aynı kumda oynuyoruz, sen canavar mı gördün gibi soran gözlerle bakan ve sakince bir köşede oynayan çocuklar ise yabancıdır.
Geceleri uyumayan, sadece ayakta sallanınca uyuduğu iddia edilen çocuklarda türktür?
Ben hamileyken Elif Doğan'ın blogunda bununla ilgili bir yazı okumuştum. Türkiye'de yaşayan Alman bir anne kendi gözünden türk annelerini anlatıyordu. Hamileyken okuduğumda bu Alman Anneye sonuna kadar katılmış türk annelerinin yanlış tavırlarına bir cıkk cıkkk yapmış, çocuğunun sırtına mendil koyan annelere bıyık altından gülmüş, böyle şeyler yapmayacağımdan emin bir şekilde blogdaki başka yazılara yönelmiştim.
Şimdi hayat değişti anne olduktan sonra "Asla yapmam" dediğim şeyleri yapar oldum. Mesela;
1) Ada için ince eleyip sık dokuyarak seçtiğimiz araba koltuğu için en kısa mesafelerde bile bu koltuğa oturmadan seyahat ettirmeyeceğiz dememize rağmen çok uzun süre adanın bu koltuğu reddetmesine dayanamayarak ( arabada kopan çığlıklar, 45 dakika süren ağlama krizleri) kucağımda arka koltukta seyahat etmesine izin verdik.
2) Doğumdan bir ay sonra yatsın kendi odasında uyusun. Yanıma almayacağım. (Çok büyük laf !!!!)
Adanın alerjik bir bebek olduğunu öğrenmemizden sonra ya tıkanırsa yüzünde kırmızılık var yine. Nefes alıyor mu? Bu gün de kabak denedik neyse hadi yanımızda yatsın derken, bu süreç benim bir gece içinde bizim yatak,  adanın odasındaki çekyat salondaki koltuk gibi çeşitli yerlerde uyumama ( yani uyuyamama neden oldu)
3) Karar vermiştik, ağlasada çığlık da atsa kural kuraldır dediğini yapmayacaktık.
Kim demiş ? Ağlama kızım sen, ay gözyaşıyla ağlıyor ( nasıl ağlayacaksa başka) neyse canım tornavidayı istiyorsa verelim eline, ucundan biz tutarız bekleriz yanında. Nasıl olsa sıkılıp bırakır.
4) iki yaşına kadar televizyon ve ipad yok.
Yok tamam ama yemek yerken açalım bari yoksa yemiyor. Vallahi çok yoruldum bir on dakika baksın bir şey olmaz ( Babamız böyle diyor)
5) çocuk uykusu geldi mi kendi kendine uyuyacak, sallama falan yok.
Hani sallama kısmını yapmadık yani ayağımıza alıp sallamadık ama ada hep pusette uyudu uzun zaman. Yok illa bir uykuya geçiş nesnesi olmalı dediler. Biz o nesneyi bulmadık. oyuncak ayı, ördek, kaplumbağa, fil yok yok yok öyle bir nesne yok, koy pusete ileri geri, ileri geri yürü babam yürü işte al sana uykuya geçiş işkencesi. varis olmak için bire bir
6) Yediği kadar yesin, yemiyorsa kaldır önündeki yemeği.
Yaaaa, kaldır. Bence sen kolları kaldır, uçak yap. Helikopter uçsun Ada ağzını açsın yooookk  açmazz. En iyisi biraz pepe aç  anca yer o enginarı. O bitince su ver. Sonra meyve yedir. Köfte yedir. Doymadı çocuk eline galeta ver. Doymadı o kesin doymadı gözünden belli çorba içir.  Bir kase içti, ikinciyi denesem mi? Ne duruyorsun. Zaten çocuk zayıff ama gerçekten zayıff :(

Tabii işte evdeki hesap çarşıya uymadı. Nerde şimdi o Alman anne nerde ben. Ama iyi yaptığımız şeylerde oldu diyeceğim ama onları da Ada istemedi de yapmadık

-Mesela hiç emzik kullanmadık.
-Biberonu ada yedi aylıkken bıraktık sonra bir kere bile kullanmadık( biberon maması kullanırken çok zorlandık tabii, çorba kıvamında bir mamayı kaşıkla içirdik hala da devam ediyoruz)
-Ada'nın üstünü çok kalın giyidirmedik. Hatta ince kıyafetler giydirdim hep. Sokakta teyzelerin kızım üşür o öyle demelerine, cıkk cıkk seslerine göğüs gerdim adayı kalın giydirmedim.

Bu kadar...
Bu listeyi çoğaltmam lazım uymadığım kurallar yanında çok bir sırıttı canım ....




Monday, August 26, 2013

Ada'ca Sözlük

Ada şu aralar bir bülbül ama tabii herkes anlamıyor onun dilinden.
Ben de unutmadan adaca kelimeleri yazıp bir adaca sözlük oluşturmak istiyorum.
Ayakkabi: adabu
Ekmek: ammi
Su: şu
Açtı: aştiii
Kapamak: dabadi
Benim: menim
Yıkanmak: bıcibi

Bir de şu aralar sevdiği şeyleri yapalım mı diye sorduğumda bana gözlerinin içi gülerek "hadi" diyor.
Mesela banyo yapmak ister misin ? Diye sorduğumda cevabı çok net bir "hadi" oluyor.
Yani şunların cevabı hadi şimdilerde,
Banyo yapmak ister misin?
Oyun oynayalım mı?
Parka gidelim mi?
Dans edelim mi?
 Baloncul yapalım mı? Hepsine koca bir hadi, yaptıktan sonrada bir daha, bir daha diye bağırası var kızımın.
Ama hala saçını tarayalım mı?
Üstümüzü değiştirelim mi?
Ona dokunma kırılır eline batar. Ya dokunmaz mısın ona!!!! Şangırrrr diye biten cümlelerin sonu hadi değil. Bu cümleler genelde ağlama krizleri, kendini yerden yere atmalar ile bitiyor.


Sunday, August 25, 2013

Köpeğe dokunma ısırır!

"Köpeğe dokunma ısırır!" Diyen annelere dehşetle bakıyorum. Ya niye ısırsın durup dururken hayvan? Ben hiç bir hayvanın  kendisine zarar verilmedikçe bir insana saldıracağına inanmıyorum. Hani belki bir hastalığı vardır kuduzdur, yada yaradılışı öyledir falan onu bilemem. Hani insanların bile mecazi de olsa tırmalayanı var, tırmalamayanı var.  Kaçıyor muyuz? Temkinli olmakta yarar var ben bırakın çocuğu hiç tanımadığınız hayvanın kuyruğunu çeksin demiyorum ama ısırır yavrum dokunma! uzaklaş, sevme, köpek gördün mü kaç gibi yaklaşımları sevmiyorum. Tamam anladık, senin geçmişte kediyle, köpekle hoş  anıların olmamış ama çocuğu niye soğutuyorsun? Bir fırsat tanı hiç olmazsa o kedi köpek görünce yolunu değiştirmesin. Çok keyfi yerindeyse bir başını okşasın bir köpeğin, bir kedinin bacaklarına dolanmasına izin versin. Valla daha kolay böyle yapmak.
Ben adayı sıkmıyorum o konuda kedi peşinde koşuyor, benden izni var. Önce ben yaklaşıyorum hayvana bir bakıyorum huyu suyu nasıl? Hemen pençe mi gösteriyor? Yoksa el pençe divan mı oluyor ayaklarımın önünde ona göre adanın kediyi, köpeyi cici yapmasına izin veriyorum. Ada da çok mutlu oluyor, sanki çocuğun içinde bir müzik çalıyor başlıyor el çırpmaya, ben de o halini çok seviyorum. :)

Montessori ve İstanbul'da Montessori Okulu

          Ada hayatımıza girdi gireli herşeyi sorgular olduk. Tamam çocuğumuz seviyoruz, onun için en iyisini yapmaya çalışıyoruz ama doğru mu yapıyoruz? Her dediğine evet mi diyoruz? Çok kural koyuyormuyuz? Yok koymuyor muyuz? Şımarık mı oldu? Baskıcı mı davrandık? Sorular, sorular...
Sonra eşimin abartma çocuk daha bir buçuk yaşında demesiyle kendime gelmem, sonra ama yine de diye söyle bir düşünsel olarak sendelemem...
          Yani herşeyi bir kenara bıraksak, ben daha ada doğmadan önce montessori metoduna bir takılmıştım. Efendim bu metodun kurucusu Maria Mentossori adında italyan bir hatun. Ve bu anlayışa göre çocuk kendi haline bırakılmalı istediği zaman istediği materyali kendi seçmeli, oynamak için istediği kadar süre geçirmeli. Doğayla içli dışlı olabilmeli, doğal şeylerle oynamalı, duyulara hitap edecek oyuncaklar seçilmeli falan filan...Hatta çocuk odaları bu metoda göre düzenlenmeli, yani çocuğun boyuna göre bir iskemle bir masa olmalı, yer yatağı kullanılmalı ( çocuk istediği zaman uyanıp kalksın kimseye ihtiyaç duymasın diye).
 Yani ben destekliyorum, bu metodu, sonuna kadar arkasındayım korkusu olmasın :) Ama gel gelelim şöyle bir dilemma durumuyla karşı karşıya kalınıyor. Türkiyede bunu destekleyecek okul var mı ? Benim araştırmalarım gösterdi ki ( ki bu doğru olmayabilir, ben bulamamış da olabilirim ) sadece bu metodla eğitim veren tek bir okul var o da Küçük Kara Balık. Okul erenköy'de ben Ada büyüdüğünde fikrimi değiştirecek bir tezle karşı karşıya kalmazsam o okula göndermeyi düşünüyorum ama daha okulu gezmedim görmedim felsefesinden etkilendim :) Ama sonra ee çocuk bu metoda alıştı bu okulun devamı niteliğinde bir okul var mı denecek olursa; ben böyle bir okul bulamadım sonrası ne olur bilemem. Okula bir ziyaret gerçekleştirirsem de yorumlarımı paylaşırım artık.

Bu arada bu blogda uygulayabileceğiniz montessori aktivitelerini bulabilirsiniz
http://montessoriegitimi.blogspot.com/

Thursday, July 18, 2013

Entel Köy Efe Köye Karşı

Yüksel  Aksu' nun yonetmenlik ve senaristliğini yaptığı film, filmin adı entel köy efe köy' e karşı. Ben daha yeni izleme imkanı bulabildim. Aslında eşim benden önce izleyip övgüler yağdırmıştı. Ama ismini sevmedim filmin bana içi boş komedi filmi izlenimi verdi o yüzden izlemeye çok gönüllü değildim. Eşim bir daha izlemek istedi, hadi ben de izleyeyim o zaman dedim. İlk dakikadan konusu çok cazip geldi, benim özlemlerimi dile getirmişti sanki. Bir parça toprak, biraz yaprak, doğaya yakın olmak, mis gibi taze meyve kokusu, ağustos böceği sesi, her yerden florasan ampüllerin fırlamadığı bir akşam iri iri yıldızlar, kocaman bir mehtap, koyunu kuzusu, köyün zararsız delisi, ege şivesi hepsi bu filmdeydi. Film gezi parkı olaylarından çok önce çekilmesine rağmen filmdeki sermaye sahiplerinin konuşmaları, çevrecileri küçümser tavırları hatta çevrecilere ve kendilerine karşı çıkanlara "çapulcu" demeleri Sanki Recep Tayyip Erdoğan'ın birer repliği gibiydi. Çok şaşırdım. İleri  görüşü ve değindiği konu itibariyle Yüksel Aksu kocaman bir tebriği hakkediyor bence. 

Calışan Anne ve Yeni Bakıcı Serüveni


       Tam tamına yedi aydır bizimle birlikte olan bakıcımız, bir hafta önce ayrıldı. Sağolsun kendisi maaşını almayı bekledi  ve bize yeni bakıcı bulabilmemiz için tam onbeş gun muddet verdi. Daha once çalıştığı ailenini ikinci bebeği olunca, bakıcımızı iki çocuk bakmanın karşılığı olarak bizim verdiğimizden daha yuksek bir ucretle transfer ettiler. Komunıst duzende yetişmiş ve komunist duzeni savunan bakıcımız bu transfer teklifini kabul ederek kapitalist duzenin ve serbest piyasa ekonomisinin nimetlerinden sonuna kadar yararlandı :) 
      Gorustugumuz tum bakıcı adayları benim maaşımın yarısına goz dikmiş durumda. Hani durum boyle olunca insan dusunuyor, cocuğumu gozunu para burumus bu  sevgisiz insanların eline bırakıyorum. Yaptıkları tek şey ise goz boyamak adına soyle bir evi derleyip toplamak ve ben gelene kadar  kızımı  Pepe, Caliou, Keloğlan vb. Çizgi filmlerin karşısına oturtmak. Tum calışan kadınlar ağız birliği etmişçesine, çocuğun geleceği, okulu, kıyafeti, ayakkabısı, masterı için çalışıyoruz desek de, hep gelecek için plan kurup şimdiki zamanı es geçiyoruz. Çocuğumun soyledıği tum kelimeler neler bilmiyorum mesela? Yada kendince bir şey söylediğinde anlamıyorum bazen; tum bunlar uzuyor beni. Kendimi yetersiz bir anne olarak gormeme neden oluyor, sonra içimdeki vicdan azabı giderek buyuyor. Daha da eskiye donuyorum, keske hemen işe dönmeseydim daha çok emzirirmiydim? Çalışmasam beni daha çok severmiydi? Daha mı sakin bir çocuk olurdu? Acaba calismasam sadece onunla ilgilensen, simdi daha cok sozcuk mu biliyor olurdu? Renkleri ogrenirmiydi? Kitaplari sevmesini saglarmiydim? Tum bu sorular ben sabah ise giderken kafami kurcalamaya baslayip, küçük kurtçuklar gibi beni kemirip duruyor. Belki bu sorular sadece benim değil, diğer çalışan annelerinde beyninde dönup duruyordur. Yada çalışan bir anne olsanda evde oturup çocuğuyla zaman geçiren bir anne olsanda yine bir vicdan azabın vardır. Belki de vicdan azabı  annelerin gobek adıdır ve yapamadıkları herşey için, olamadıkları her şey için bu rahatsız edici duyguyu yüreklerinde taşıyorlardır. 
       

Sunday, June 9, 2013

Bir Anne ve Taksim Gezi Parkı

Nasıl baslasam bilemedim. O kadar cok sey var ki yazmak istediğim. Ortaokulda çok sevdiğim hocam Ülkü Özsoy çoğu zaman Sait Faik Abasıyanık'ın şu sözlerini tekrarlardı bize "söz vermiştim kendi kendime: yazı bile yazmayacaktım. yazı yazmak da hırstan başka ne idi?  hırs hiddet neme gerekti? yapamadım. kağıt kalem aldım oturdum.  cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. kalemi yonttum. yonttuktan sonra tuttum öptüm. yazmasam deli olacaktım."
Aslında bu onun kendini ne kadar yazar hissettiği ile ilgiliydi. Oysa şimdi benim de aynı dizeler döküldü ağzımdan. Yazar olduğum için değil, anne olduğum için, benim oy vermediğim bir başbakan bana çapulcu dediği için, beni ötekileştirdiği için, üzerime böcekmişim gibi biber gazı sıktığı için. Beni düşman gördüğü için. Vatandaşının namusunu beyinde değil tende aradığı için. Üzerinde yaşadığı vatanı borçlu olduğu insanlara "Ayyaş" diyebilecek tiynette olduğu için, Kendi doğrularını bana dikte ettiği için, ona çatlak gelen seslere hep  parmağını salladığı için yazmak istedim. Evet ben bir anneyim çocuğunun geleceğinden endişe eden, her yıl elyordamıyla eğitim sisteminin yap boza çevrildiği, çocukların toprağa çıplak ayak basmadığı bir metropolde yaşayan,,doğanın toplu konut sitelerinin  maketlerinde görsel olarak kullanıldığı bir çağda çocuk büyütmeye çalışan bir anneyim. Çapulcu değilim, anneyim, kadınım, çalışıyorum,  vakit buldukça yazıyorum, düşünüyorum. Ve artık bağırıyorum... 
Yandaş medyaya bağırıyorum üç maymunu oynamayın diye. 
RTE'ye bağırıyorum kendi sesinle sağır olma, insanları dinle, değiş diye ve yapamıyorsan çekil diye
Şu evde zorla tutulan %50 ye bağırıyorum elinizi vicdanınıza koyun, taraf olmadan düşünün diye.
Benim meselem sadece gezi parkı değil, tiyatroları özgür bırakmayan, gençleri özgür bırakmayan, medyayı tekeline alan,mizaha tahammülsüz, atasına ayyaş diyen, türkiye'den ve cumhuriyetle yöbetilmesinden rahatsız, doların yeşilini doğanın yeşiline  üstün kılan bir başbakan ve hükümet istemiyorum.

Thursday, May 16, 2013

Atatürk Arboretumu



        Evet Arboretum... Neredeyse Atatürk Botanik Bahçesi olarak bir isim değişikliği yapıyordum kendi içimde. Arboretum diyene kadar ağzının içinde diline üç tur attıran bir tekerleme bile söyleyebilir insan. Gittikten sonra da nereye gittiğimiz bir türlü anlatamadım insanlara Atatürk Arboretum'u diyorum. Bir daha soruyorlar bakıyorlar cevap aynı "Hııı" diyorlar çok üstelemek istemeyenler. Merak edenler nasıl bir yer orası, beğendin mi deyip arboretum'un ne olduğunu anlamaya çalışmak için biraz daha zaman kazanıyorlar. Her neyse ben de bilmiyordum ne demek baktım öğrendim.

        Arboretum ya da ağaç parkı, esasen ağaçlar ile ağaççık ve çalı gibi diğer odunsu bitkilerin yetiştirilmesine adanmış botanik bahçesidir. Böyle bahçeler bilimsel araştırma ve gözlemler için kullanılmakla birlikte, çeşitli canlı ağaç türlerinin derlemini (koleksiyonunu) barındıran birer müzedir.Bunun dışında, bir botanik bahçesinde bulunan ve ağaç, ağaççık ve çalıların dikimine ayrılmış olan bölüm de "arboretum" olarak anılabilir.

       Neyse bu sözlük anlamı, bana göre ise İstanbul'da yeşil kalmış nadide yerlerden biri. Hem yeşil hem mangalcı ve piknikçi istilasına uğramamış. Uzun, kalın gövdeli ağaçlar cenneti. Kapıdan girer girmez yumak gibi köpek yavruları karşıladı daha sütten kesilmemişlerdi bile. Böyle yusyuvarlak beyaz, siyah, alacalı bulacalı renkli  sekiz dokuz tane yavru. Ada da bende hemen çimlere oturup sevdik köpekleri. Sonra alabildiğine geniş çim bir alan vardı karşımızda, onun dibinde suni bir gölet içinde kağlımbağa ve kuğular vardı. Suda nilüfer yaprakları, Ada'ya kaplumbağa'yı kuğuyu , kurbağayı kitaplardan değilde doğada göstermenin haklı gururunu yaşadım. Sonra ilerledik arboretum'un içindeki ince yollardan. Yollar ve kenarda duran uzun ağaçlar çok bilindik bir fotoğraf karesini anımsattı bana. Ama huzur verdi, bir nebze de olsa  unuttuk İstanbul'da olduğumuzu hava sıcak olduğu halde rüzgar esti sırtımız ürperdi, yürüdük adımlarımızın sesini duyduk. Adanın hahkahaları korna seslerine karışmadı, yolda kertenkele gördük. Yürüdük.. yürüdük...

Neyse işte bu güzel yerin ismi değişmeden , yerine size doğal bir hayat vadeden akdeniz güneşi, İspanyol ateşi gibi isimlerle lanse edilen bir toplu konut projesi yapılmadan gezin. En azından bu taştan ucubelerin yerinde güzel bir yer vardı diye çocuklarınıza anlatacağınız bir anınız olur.

Adres:
Sarıyer Köyü  34450 İstanbul
(0212) 226 1929

Wednesday, May 15, 2013

Bebeklere Oyunlar

             Yazının başlığına bakanlar, beni çok oyuncu bir anne sanmasınlar. İtiraf ediyorum bu konuda eksiklerim var.  Aslında ben oyun oynuyorum ama Ada benim oyunlarımı sevmiyor galiba.
Gün içinde çocukla ne yapıyorsun diye soranlara ne cevap versem bilemiyorum. İstanbul cehenneminde sabah 08:00 akşam 21:00 evde yokuz. Mesela bugün nispeten erken geldik evde sofra kuruluna kadar Ada ile oynadık ne oynadın derseniz. Çocuğun görsel zekasını şöyle geliştiren, duyusal özelliklerini böyle öne çıkaran, zekasını şu şekil uyaran bir oyun kurduk diyemeyeceğim. Dediğim gibi galiba ben bu konuda biraz eksiğim. 
            Biz kapıdan içeri girer girmez Ada'da çığlık çığlığa bir koşuşturma hali baş gösteriyor. Biz de onu kovalamayla işe başlıyoruz, babası gıdıklıyor ben bir yandan yanaklarını sıkıştırıyorum o da kıkır kıkır gülüyor. Elimizden kurtulunca kaçmaya başlıyor, takip ediyor muyuz diye de arkasına bakıyor. Biz de adım adım onu kovalıyoruz, evin tüm odalarını tek tek ziyaret ediyoruz bunu yaparken. Eğer yolumuz Banyoya düşerse mutlaka Ada'dan bıcı bıcı teklifi geliyor. Hep de bana bakarak söylüyor bıcı bıcı istediğini, beni tellak mı sanıyor ne :) Bazen geri çeviriyoruz bu teklifini ama bugün çok tatlıydı, küvete henüz yetişemese de o tombul bacağını aşırtmaya çalıştı küvetin kenarından beceremedi. Pespembe topuğunu gördüm, kocaman göbeğini, yok gıdıklamadan olmayacak dedim. Koşuşturmamıza devam ettik. Sonra yorulduk ada bize masaj yaptı tokatları yapıştıra yapıştıra. Kucağıma aldım ben yemek yerken o da çatalla tabağımdaki yemeklerle oynadı. Bıcı bıcısını yaptı sonunda. Sonra "Deniz" geldi arkadaşı. Ada çok paylaşımcıydı neyi varsa vermek istedi sonraları da verdiklerine biraz pişman oldu ama yine de iyilerdi uzunca bir süre oynadılar, zıpladılar. Yani bugün böyle geçti başka günlerimizde böyle geçiyor genelde. Ada'yı alsam bak kızım bu koyun "mee" yapıyor bu kedi "miyav" desem beni ortada bırakıp gidiyor, sayı saysak sıkılıyor, küçük tabi biliyorum ama azıcık da yararlı bir şeyler yapalım diyorum ama yok olmuyor. Bugün yeni blog keşfettim "oyuncuanne" bloğun adı. Güzel oyunlar vardı, deneyeceğim bakalım belki sever Ada.

Monday, May 13, 2013

İstanbul Bizi Hapsetti

Şikayetçiyim... Öğrencilik yıllarımda İstanbul'a haftasonu yaptığım çıkartmalar çok hoşuma giderdi. Haftasonu oldumu Caddebostan Sahil'de yürüyüş yaparız, Ortaköy, Beylerbeyi, Taksim, Adalar, serin serin kapalı çarşı hatta cıvıl cıvıl bir mahmutpaşa bile var derdim, o zamanlar Orhan Veli kafasındaydım. Şimdi değişti herşey şimdi "Can Yücel" kafasındayım. Demişti ya "Geçin Ankarayı İstanbulu/ oralar olabildiğine dolu" diye haklı. Ne bir kaldırımız, ne temiz bir denizimiz, ne de temiz bir  havamız. On kilometrelik yolu 2 saatte gidişlerimiz. Adayla haftasonları şurada oturup bir soluklanalım dediğimizde yer bulamadığımız tıklım tıkış kafelerimiz, kışın gri bir hava, leventte canavarlaşan gökdelenler, üstgeçitler, altgeçitler, metrolar, tramvaylar, hızlı feribotlar, hızlı arabalar, hızlı yayalar, ve hızla geçen hayat. Metropollerde hayat böyle yaşanıyor. Yaşadıkça ufalıyor gidiyor, anlamsızlaşıyor. Metropollerde hayat sabah erken kalkıyor on saat mesai yapıyor, iki saat trafikte takılıyor. Yemek yiyiyor, bir türk dizisi izleyip yatıyor. Ama sorsan tadından yenmiyor.
 Yok bence hayat ufalıyor, her gün daha da kısalıyor ama biz aynı rutine devam ediyoruz. 

Sunday, May 12, 2013

Emzirme Koçluğu

 Evett... Evet, yanlış duymadınız, gerçekten emzirme koçluğu diye bir kavram varmış. Ben söyleyenlerin yalancısıyım. Ada'yı o yada bu nedenlerden bir türlü emzirmeyi başaramadım. Başaramadım diyorum çünkü etrafımdaki herkes, buna bir çok doktor da dahil her çocuk emme içgüdüsüyle doğar sadece biraz daha gayret, denemekten vazgeçme deselerde olmadı. İşte size hikayem.
    İki kere "Mastit" oldum. Gecenin bir yarısı hayatımda hiç üşümediğim kadar üşüyerek uyandım, sırtımdan soğuk terler aktı, ateşim 40 dereceye çıktı. Ben de üşüyorum geçer dedim bekledik ne ateşim düştü, ne de titremelerim geçti. Hal böyle olunca apar topar hasteneye gittik. İki şişe serum ve tüm direnmelerime karşın reçeteye yazdıkları antibiyotiğe rağmen ateşim düşmedi. Ertesi gün anca kendime gelebildiğim adına tıpta "Mastit" dedikleri bu hastalığı tam iki kere geçirdim. Her gün pompayla sağmak bir işkenceye dönüşmüştü, her tarafta bebeğinizi en az altı ay emzirin afişleriyle kampanyalar düzenlenirken ben o elektrik süpürgesinden  daha hallice aletle koskoca beş ay geçirdim artık aramızda duydusal bir bağ kurduğumuzu :) düşünürken sütüm kesildi. Anne olarak bebeğini kendi sütüyle besleyemiyor olmak öncelikle derin bir darbe yaratıyor insanın içinde. Sonra elden bir şey gelmiyor bağrına bir sağma pompasını basıp sessiz köşeler arıyorsun. Ama ne zaman bir kitapçıya girsem ve çocuk gelişimi vb.. temalı kitapların arasında kaybolsam, gözüm hep kocaman ansiklopedi tarzında kaplanmış adı "Emzirme Sanatı" olan o kitaba çarpıyor. Demek ki içimden bir ses hep sustursam da acaba sen mi beceremedin diyor.
   Geçenlerde Ada'nın rutin kontrolleri için doktora gittik. Orda bekleme odasında ayaküstü sohbet ettiğim bir anne üzülerek Ada'yı ne kadar emzirebildiğimi sordu 5 ay dedim. O da ancak üç ay emzirmiş. Keşke daha önce haberdar olsaydım dediği, bu yüzdende doğum izni biter bitmez şirketindeki tüm kadınlara bir mail atmayı borç bildiği "Emzirme koçu" konusundan bahsetti. Bir çok hastahanede emzirme koçluğunu deneyimli hemşireler yapıyormuş. Eğer bebeğinizi hastanede emziremediyseniz, emzirme koçları yani sizin teklif götürdüğünüz bu hemşireler evinizde sizinle beraber kalıp ( bu kalma süresi  2 gün- 1 hafta değişebiliyormuş). Sizi doğru emzirme konusunda eğitip bebeği alıştırıp size emzirme koçluğu yapıyorlamış. Özellikle Amerikan Hastahanesinde yaygın bir olaymış bu. Duyduk duymadık demeyin. Duymayanlara söyleyin...

Thursday, April 11, 2013

Bebek ve Cocuk Dostu Mekanlar

Bebekle bir yere gitme fikri daha evden cikarken zorluklarla baslar. Biberondu mamaydi aman sebze corbasida eksik kalmasin derken elinizde bavul gibi bir cantayla kapinin onunde bulursunuz kendinizi. Oyle gittiginiz her yerde bebek ve cocuk dostu olmaz. Mama sandalyesi isteyince boyle bir nesnenin varligindan llk kez haberdar olmus gibi bakan mekan sahipleri veya garsonlar olabilir. O yuzden en azindan istanbul icin gittigimiz ve Ada'yla rahat rahat vakit gecirebildigimiz yerleri kendimce siralamak istedim

-caddebostan tenis klubu
-romantika
- kosebasi fenerbahce ( ilk defa kahvaltiya gittik kocaman bir oyun parki var, eski kocaman bir kosk bahceside kocaman bana sehrin ortasindaki bir vaha gibi geldi )
-marmara yelken klubu
- sapancada gol kenarinda super serpme kahvaltisi olan bacce restoran.

Yeni yerler kesfettikce listeyi yeniliyor olacagim

Sunday, February 3, 2013

Doğum Çantasında Ne Olmalı?

       Hamileliğimin sonuna yaklaştığımda, doktorum artık riskli tarihlere yaklaşıyoruz der demez aklıma doğum çantası gelmişti. Doğum  çantası tamam da içine ne koysak...



  • Bolca gecelik doğum çantasının olmazsa olmazı (3 Tane)
  • Sabahlık
  • İç çamaşırı kullan at olanlarda pratik olabilir.
  • Emzirmek için önlük alabilirsiniz, ziyaretçiler olacağı için rahatlık olabilir.
  • Gebelik takip raporları, sağlık dosyası  (Benim kronolojik bir dosyam vardı, lazım olmadı ama bence almakta fayda var)
  • Nüfus Kağıdınız
  • Bebek için tulum, yelek, battaniye, yada hastane çıkışı diye satılan setlerden alabilirsiniz (Bir çok hastane bunları temin ediyor ama yine de bebeğiniz için özenle hazırladığınız kıyafetleri hastaneden çıkarken giydirmek güzel oluyor)
  • Biberon,  Bebeğin emmeme ihtimali de düşünülmeli :(
  • Bebek için emzik (Eğer kullanmayı düşünürseniz)
  • Bebek için ıslak mendil
  • Bebek bezi
  • Bebek için çorap, patik
  • Anne için çorap
  • Doğum sonrası mutlu haberi vermek için bir sürü kişi aranacak, bunun için önceden yapılmış liste varsa  yanınıza almayı unutmayın, tabii bir de telefonunuzun şarj aletini.
  • Fotoğraf makinası ve makinanın şarj aleti.
  • Fotoğraf çekilecek, güzel görünmek lazım  :) o yüzden tarak, allık, belki bir parlatıcı ben bu kadar almıştım doğallıktan yanayım.  
  • Refakatçi kalacak kişi eşinizse, bavul hazırlamak muhtemelen size kalır. Tabii bu durumda onun kıyafetleri.
  • Hastaneden çıkarken giymek için rahat kıyafetler.
                 Hazırlıksız yakalanmamanız dileğiyle :)

Friday, January 25, 2013

Şehir Çocukları


İstanbul kimileri için hayallerinin şehri, kimilerinin terketmek istediği bir esaret, ayaklarına dolanan paslı bir pranga. Bizim için hangi durumda, uzun zamandır bunu sorguluyorum diyebilirim. Ada doğduktan sonra kendimi, hayatı, yaşadığımız şehri daha çok sorgular oldum. Çalışan bir anneyim. Gerçekten zor, zorlanıyorum, yoruluyorum, bazen pes ediyorum, sürünüyorum bazen ama yine de aynı saatte kalkıyorum yatağımdan. Ada'nın gece beş altı kere kalktığı oluyor, uykusuzluğu iliklerimde hissediyorum bazen, dedim ya sürünerek kalktığım sabahlar çok bu aralar. Tüm çalışan anneler gibi çocuğuma daha iyi şartlar sağlamak, ona iyi bir gelecek verebilmek uğruna çalışıyorum. Bilmiyorum belki de tüm bunları yaparken bazı şeyleri de es geçiyorum. Çocuğumla geçireceğim bolca vakti, ona gösterebileceğim sevgiyi günde iki saate sıkıştırıyorum. Bütün gün onu tanımadığı, dilimizi bile iyi konuşamayan, huyunu suyunu bilmediğimiz, sadece işini yapan çok çok da sevecen olmayan birine bırakıyorum ki çoğu anne de benim durumumda biliyorum. Çoğunluk böyle yapıyor diye bu yol doğru diyemem bu sadece bir seçim. Günde iki saat, hafta sonu iki gün yeter mi annelik için yada annesine doyar mı çocuk bu kadar zamanda bilmiyorum.
Benim annem ev hanımıydı ne zaman istesem yanımdaydı, yemeğim hazır, kıyafetlerim ütülü, her derdimde annem orda yanımdaydı, elimi uzatsam tutabilirim, sarılsam sıcaklığını duyabilirim... Daha şanslı bir çocuktum ben, ilkokul çağına kadar Marmaris'te yaşadık her meyveyi ağacında gördüm. Çilek topladım, mandalinaların kokusunu duydum. Yağmurdan sonra toprağın kokusunu, denizin dalgalarını bilirim. Ada bilmiyor bir şeyi meyvelerini organik diye bir yerlerden alıyoruz, aman kışın soğuk diye sık sık çıkarmıyoruz dışarı, balıkları akvaryumdan, diğer hayvanları kitaplardan gösteriyoruz. Evin içinde dolanıp duruyor bütün gün. Sonra da bu çocuk neden bu kadar yaramaz diye hayıflanıyoruz. Aslında bütün şehir çocukları gibi ona çocukluğunu yaşatmıyoruz. Gri bir şehirde yaşıyoruz trafik, gürültü, çarpık yapılaşma herşey başlı başına yoruyor insanı. Gözünü açtımı yoruluyor insan bu şehirde. Kulakların, gözlerin, beynin...
Hayalim mi ne? Sadece hayalden ibaret olsa da Söğüt galiba,  denize yakın bir ev büyük olmasa da olur. Alt katı restoran ama salaş deniz mahsülleri ve zeytinyağlılar çeşitlerimiz.  Tolga mutfaktan dolma aşırıyor. Deniz taşlık, Ada ayaklarını sokuyor denize dizine kadar girmiş suya benim gözüm üzerinde, Gülücükler saçıyor etrafa, bir de köpeğimiz var adı yok daha ada koysun adını. İşte al sana hayal belki de mutluluğun resmi...

Girls Night Out

Kendi kültürümüzü terkettik.  Bizim dilimizden olmayan kelimeler, kendi dilimizin kelimelerini döver oldular. Dil coğrafyayla yaşam şartlarıyla şekillenir oysa ki. Ayağımızın basmadığı toprakların, sözcükleri ağzımızda, bir oraya bir buraya savruluyoruz. Plazaların asansörlerinde telefon görüşmelerine kulak misafiri oluyorum bazen.Valla napalım dün "boys night out yaptık" diyor biri arkadaşına. Desene kardeşim erkek erkeğe dışarı çıktık, azıcık kafa dağıttık Türkçe konuşunca muhabbetin tadı olmuyor mu? İlla bir kaç ingilizce kelime serpiştirmen mi lazım? Tamam anladık popüler kültür insanısın, mürekkep yalamışsın bununla da kalmamış bir de ingilizce öğrenmişsin de her alanda ispatlaman mı lazım bunu?
Artık abiye el çantalarına "clutch" deniyor. Sakın ha el çantası hele hele portföy demeyin.
Yeni yılda yeni kararlar alın, Yeni başlangıçlar yapın ama lütfen "starting point" deyin "fresh start"'lar yapın.
İşi sahiplenmeyin "own" edin.
Kısa bot giymeyin "bootie" giyin.
İşe dahil olmayın "involve" olun.
Spor salonunda "trainer"ınız olsun.
Kız kıza gır gır şamata yapmayın "girls night out" yapın
yapın ki aman "Hamşo" olmayın anacıımm :)


Ada'nın Beslenme Programı

    Ada maalesef alerjik bir bebek, bir buçuk yaşına geldiği halde süt alerjisi hala geçmiş değil. Test yaptırdığımızda değerler biraz daha düşük çıktı ama hala alerjik. Doktorumuz Fügen Hanım (Fügen Çulluoğlu) yeni bir beslenme düzeni yapmamız gerektiğini söyleyince, bir umut ışığı belirdi. Düşündüm ki Ada'da yaşıtları gibi çok çeşitli beslenebilecek. Önce keçi peynirinden başlamamız gerekiyor, "Baltalı" yada "Bolana" kullanmamız önerildi. Sonra diğerlerine geçecektik. İlk denememize çay kaşığı ile başladık, 2 gün bu şekilde daha sonraki günlerde biraz daha arttırarak devam ettik, bir hafta sonra adanın poposunda koyu renkli bir alan belirdi önce pişik sandık. Pişik kremlerine ne kadar yüklendiysek de kar etmedi. Doktorumuza sorunca bunun da alerjik olabileceğini söyledi. Keçi peynirini kesince pişik de kalmadı. Bu denememizde hüsranla sonuçlandı. Geriye yine elinde kaşıkla Ada'nın peşinde koşan bir anne ve dört aylık olduğundan beri aynı tatsız tuzsuz mamayı yiyen bir bebek kaldı. Yok mudur bu sorunu çözebilen bir anne? Biri bana mucize bir tarif verse olmaz mı yani :(