Followers

Thursday, March 2, 2017

Zerrin Özer Söylüyor


Herkes çocukluğunda, okulda, tatilde, orda burada bir şekilde rezil olmuştur yada çok utandığı bir an vardır.  Sonra bu olaylar hayatınızın komik anılar dağarcığında kalır. Ben anlatmak istedim.
Benim ilkokulum "İlhami Ahmed Örnekal".
"Ahmed" ama "Ahmet" değil. Çünkü okulu Ahmet adında bir hayırsever yaptırmış ve adamcağızın nüfus müdürlüğünde başına gelen talihsizlik, dolayısı ile bizim okulun ismine de yansımış. Aslında ironik...
Neyse sınıf mevcudumuz 66, sınıf çok da büyük değil. Sıralarda üç kişi oturuyoruz. Ben de solağım. Sıranın hep en solunda oturmam lazım ama oturma düzeni sürekli değişiyor, bazen en solda oturuyorum, bazen de olmuyor. Neyse öğretmenimizde aşırı disiplinli, kuralcı, katı, yeri geldiğinde de eli sopalı. Öğretmenden çok korkuyorum zaten. Bize oturma planı yapıyor, plan da öyle ki, sırada oturan üç kişinin yeri bile belli, beni de koymuş iki tombişin ortasına. Öğretmenin gözleri sürekli öğretmen kürsüsünde geziniyor, parmak kaldırıyorum ama oralı değil "Öğretmenim... " diyorum yok oralı olmuyor. Diyeceğim ki sıranın sol tarafına geçeyim ama ilgilenmiyor bir türlü. Yanımdakine de diyorum ki yer değişelim. O da ortada oturmak istemiyor. Tabii günler geçiyor, ben de sürekli sol tarafımda oturan çocukla kavga ediyorum. Yazı yazarken dirseğimi itiyor. Yazım bozuluyor hatta bazen sayfam yırtılıyor. Sonra ben onun dirseğini itiyorum. Dirsek kavgasında başa baş gidiyoruz ama canım çok yanıyor. Bazen de bir dirsek atıyor, dirseğimde tam sinirime denk geliyor, 5 dk. kalem tutamıyorum. Sonra çocuk bir de küfürbaz, ne küfür etse "sensin o" diyorum geçiyorum ama çocuk benim küfür bilmememle de dalga geçiyor. Gülüp duruyor bende duruma çok içerliyorum. Zaman geçiyor artık dirsek kavgasında da üste çıkıyor. Her gün  okuldan  eve mutsuz, mutsuz dönüyorum.

Bir gün eve geliyorum, bir bakıyorum anneannem bizi ziyarete gelmiş, annemde çayın yanına yiyecek bir sürü şey hazırlamış, bir de müzik setine "Zerrin Özer" kaseti koymuş. Zerrin Özer'in "Sat, Gitsin" şarkısı çalıyor.
Şarkının nağmeleri evi doldurmuş. "Sat gitsin, sat gitsin, sat anasını sat , sat gitsin". Anneannem şarkıyı duyunca anneme " Kızım ne biçim, şarkıymış bu böyle, ne biçim sözleri var. Ayıp ayıp, sat anasını falan ne bu böyle şaşırmışlar artık" diyor. O anda bende ışık yanıyor  "Ayıp" = "Sat gitsin anasını sat" . 
Ertesi gün okula gidiyorum. Tabii yine aynı dirsek savaşı başlıyor, bu sefer beslenme saatindeyiz. Annem sevmediğim şeyleri koymuş beslenmeye. Karnım da çok aç aslında ama elmayla doyarım diyorum. Neyse bir kere ısırıyorum elmayı, tam bir ısırık daha alacağım, yine benim soldaki tam ısıracağım sırada bir dirsek atıyor hopp elma yerde, elmamı düşürünce nasıl da pis pis gülüyor . Tabii 66 kişilik sınıf, öyle elmanın üstünü sil de ye, yıka durumu da yok elma yerde yuvarlanırken en az 10 kişinin ayakkabısının altına değiyor. Zaten aylardır çürük dirsekle dolaşıyorum. Sinirden kıpkırmızı oluyorum. Bende buna bir dirsek atıyorum. Sonra yine bana küfür ediyor. Bu sefer bende boş değilim "ananı satarım" diyorum. Çocuk şok oluyor hemen öğretmene şikayet ediyor. Ben öğretmenden acayip korkuyorum, o korkmuyor.  Öğretmen benim söylediğime ihtimal vermiyor önce. "Söyledin mi?" diye soruyor bana. "Evet" diyorum, kızıyor. Sonra "bu sözü kimden öğrendin?" diyor. "Kim söylüyor sizin evde böyle kötü şeyleri " Öğretmenim Zerrin Özer söylüyor" diyorum. Öğretmen donup kalıyor sonra dudaklarını gülmemek için sıkıyor ama yine de güldüğü belli oluyor. "öğretmenim öyle şarkı var diyorum, Zerrin Özer söylüyor". Öğretmen o gün her şeye gülüyor, bana bakıyor yine gülüyor. Ben de bunu hatırladıkça gülüyorum.

Çağın Anne Babalarının Hastalığı Kaygı

Eskiden hayat daha kolaymış galiba. Mesela şu an yaşadığımız vesveseli ruh halini annemin yaşadığını düşünmüyorum. Ben bizim eve en yakın devlet okuluna gitmiştim "İlhami Ahmed Örnekal"  sınıfımız 66 kişiydi, sıralarda 3 kişi otururduk. Ben solaktım, öğretmen sürekli sınıf oturma düzenini değiştirir beni de en sola koymayı unuturdu, "Öğretmenim..." diyecek olurdum, bakmazdı bile. Bir kere görse sertçe "Geç, nereye istiyorsan" derdi, geçerdim. Sürekli yanımdakiyle dirsek kavgası yaptığımdan pek bir mutsuz gelirdim okuldan. Hatta bu konuyla ilgili çok komik bir anım da var ama onu sonra anlatırım. Neyse ki ilkokul kavga dövüş bitti, ortaokula geldiğimde annem yakın bir arkadaşını aradı dedi ki "Sizin kız hangi okula gidiyor? Hani İngilizcesi iyi diyordun." neyse annemin arkadaşı da "Marmara Koleji" dedi ve benim kaydım Marmara Kolejine yapıldı. İngilizcesi de iyiydi gerçekten.  Lise sınavlarında da  "çalış valla, bir de liseyi özelde okutamam" dediler tamam dedim gittim bir Anadolu Lisesine. Sonra üniversite, sonra iş hayatı. Bizim eğitim hayatımız böyle şekillendi.

Şimdi bakıyorum da, Ada'ya anaokulu ararken yaşadığımız stresin on da birini, annem benim tüm eğitim hayatım boyunca yaşamamıştır. Yok sosyal aktivitesi var mı? Eğitim anlayışı nasıl? Yarış atı mı? Haftada kaç saat İngilizce dersi var? Gezileri nerelere düzenliyorlar? TEOG başarısı nasıl? vıdı vıdı bir sürü soru.
Ben böyle dediğimde annem hemen sitem eder. "Tabii, hiç bakmadık biz sana. Bizim zamanımızda da şöyleydi, böyleydi." der durur. Ama o ne kadar kabul etmese de farklıydı o zaman. Bu kadar seçenek yoktu, ilkokulda İngilizce öğreten okul hiç duymadım, yada varsa herhalde bir elin parmağını geçmezdi. Genelde herkes evinin en yakınındaki devlet okuluna gönderirdi çocuğunu, sınavların isimleri bile daha basitti "Anadolu Lisesi Sınavı" "Kolej Sınavı" şimdiki gibi "TEOG" "SBS" "YGS" gibi her yıl isim değiştiren uzaysal isimli sınavlar değildi. Hafta sonu atölyesi, yüzme dersi, paten dersi gibi düzenli çalışmalara katıldığımı da hatırlamıyorum.
Bizim kuşak anne babalar sürekli kendini yenileme ihtiyacı hissediyor, mesela annemlerin kitaplığında hiç "çocuk psikolojisi", "çocuk nasıl yetiştirilir?", "mahallenin en mutlu çocuğu" tarzında kitaplar görmedim. Onlar mı çok iyi çocuk yetiştiriyordu, yoksa biz mi acemiyiz bilemiyorum böyle düşününce. Kitaplığının 5 rafını çocuk yetiştirirken ihtiyacım olabileceğini düşündüğüm kitaplara ayıran ben mi haklıyım? Yoksa bu konuda sadece kendi içgüdülerini rehber edinen anne babam mı haklı?
Biz galiba okuldaki didişmelerin, kanayan dizlerin, kalabalık sınıfta kaynayan sesimizin, bizde olan ama hiç keşfedilemeyen yeteneğimizin acısını çıkartmak yada çocuğumuz bizim tekrarımız olmasın istiyoruz. Tabii bu düzen de bizim endişemizden besleniyor ve tercihler arasında boğuluyoruz sonra endişeli çocuklar yaratıyoruz ama bu da bizim çağın anne babalarının hastalığı.





Okul Seçimi Vol. 1 İlkokul

Bugünlerde biz de o malum soruyla karşı karşıyayız. Hangi okul? Bu soru kafamı o kadar kurcalıyor ki. Sanırım okul, okul, okul diye gezmemden herkesi bıktırdım. Benim için çok önemli bir karar, hele ki çocukların karakterlerinin şekillendiği yılları kapsadığı için okul seçimi çok önemli. Ben okul dedikçe çevremden farklı sesler de yükseliyor. Mesela;
" Öğreneceği zaten okuma yazma, dört işlem o kadar para vermeye değer mi?"
Bu cümleyi duyduğumda şöyle düşünüyorum, evet müfredat olarak belki şimdi bize basit gelen şeyleri öğrenecekler ama her şeyin, temelinin atıldığı yıllar. Ayrıca okulun sırf ders ağırlıklı değil de sosyal olanaklarının da fazla olması önemli. Ne kadar gezi yapıyor, okulda yazar, sanatçı, müzisyen kimleri ağırlıyor bu da çok önemli benim için.

Önce tabii şunu belirlemek lazım okuldan beklentiniz ne? Benim beklentim, akademik başarı, sosyal imkanlarının, sportif başarılarının olması, öğrencileri kültürel anlamda beslemesi, yabancı dilinin iyi olması ve çocuğa bireysel olarak yaklaşabilmesi, ilgi alanına göre yönlendirebilmesi.
Tabii böyle bir okul var mı? Var da ben mi bulamıyorum? Böyle okul bulup da söylemeyen varsa...😊

Neyse ben şimdi gezdiğim okulları tamamen kendi açımdan değerlendiriyorum. Bu yanlış yada doğru olabilir, kişiye göre de değişir, çünkü çocuklarımız birbirinden farklı, beklentilerimiz farklı bana göre iyi olan, size göre kötü olabilir yada tam tersini düşünebiliriz. (Bu arada Ada'nın okuluna göre taşınmayı düşündüğümüz için okulların konumları farklı yakalarda olabilir)

Gelelim gezdiğimiz okullara,

BİLFEN: Öncelikle şunu belirtmeliyim ki Bilfen hakkında çok önyargılıydım. Asla kayıt yaptırmayı düşünmüyordum çünkü çocukları birbiriyle yarıştırarak, rekabet odaklı bir başarı anlayışları olduğunu, sosyal imkanlarının ise çok kısıtlı olduğunu düşünüyordum. Yine de önyargılarımdan arınarak gidip dinlemek istedim. Çamlıca şubesini ziyaret ettik. 1. Sınıf koordinatörleriyle görüştük, biz görüşürken kızımı tanıma çalışmasına aldılar. Bu tüm okullarda yapılan bir şey aslında ama öyle anlattılar ki inşallah değerlendirmeyi geçer, başvuranların yarısı yaptığımız bu değerlendirmeyi geçemiyor dediler. Ben yine de bunun ticari bir taktik olduğunu düşünüyorum, sonunda geçti tabii ki. Neyse birebir ilgilendiler bize okulu gezdirdiler, Buz pateni, jimnastik, yüzme, vb. aklınıza gelebilecek her türlü kulüp var, ayrıca 5. sınıfta yemek düzeni vb. hakkında adabı muaşeret gibi bir ders alıyorlar. TEOG başarıları gerçekten çok iyi ama çok öğrencileri var. 1. sınıftan itibaren öğrenciler Cambridge sınavlarına katılıyor. (Starters, movers, flyers.. ) 2. yabancı dil 4. sınıfta başlıyor. Herkesin kulağına gelen şehir efsanelerini de sordum. Başarısı düşünce öğrenciyi okuldan gönderiyor musunuz? dedim böyle bir şeyin söz konusu olmadığını ama okul düzenini bozan davranışları varsa bunun görüşüleceğini söylediler. Sınıflar başarıya göre değil homojen bir şekilde dağılıyormuş. Bu yıl için dışardan 3 sınıf açacaklarmış, 6 şube de şuan anaokulundan gelen öğrencileri varmış. (Anaokulunda okuma yazma öğrettikleri için 3 sınıf dışardan alabiliyorlar ve bu sınıflara okuma yazma öğrettikten sonra diğer Bilfen sınıflarıyla aynı düzeye getirmeye çalışıyorlar.) Sınıf mevcutları 25 kişiyi geçmiyormuş ama biri Türk diğeri yabancı olmak üzere sınıfta 2 öğretmen olacağını söylediler. Kaynak kitap olarak kendi yayınladıkları kitabı kullanıyorlarmış ve öğrenci olmayanlar kitabı alamıyormuş. Genel olarak okulun oturmuş bir sistemi olduğunu düşünüyorum. ama çok fazla başarı odaklı olmaları beni korkuttu. Müfredat çok erkenden ve ağır bir şekilde çocukların omuzlarına yükleniyormuş gibi geldi. Sınıf mevcudu kalabalık. O 2 öğretmenin sürekli her derste sınıfta olduklarına inanmadım, bence en fazla 2 ay öyle sürer sonunda yabancı öğretmen kendi dersine girer. Duygusal çocuklar için kaygıyı arttıran bir okul, kayıt olmadan iyi düşünmek gerekli... Kısacası bizde düşünme aşamasındayız.

ALEV Okulları: Her pazartesi kayıt olmayı düşünen velilerle toplantı yapıyorlarmış, katılmak için randevu almanız gerekli, dilerseniz tanıtım gününe de katılabilirsiniz. Okul Çekmeköy'de. Öğretmenler odasında bir masaya 10 veli oturduk ve ilkokul müdürüyle yaptık görüşmeyi. Tabii bu sırada çocukları değerlendirme çalışmasına aldılar. Sınıf mevcudu 21 kişiyi genelde geçmezmiş ama üst sınır 23 kişiymiş. Jimnastik alanında çok başarılı olduklarını söylediler. Müzik dersleri orff yaklaşımıyla yapılıyor ve okulun içinde orff merkezi var. (Orff; müziği ritim ve beden perküsyonu kullanarak öğretmek gibi bir şey, benim hoşuma gidiyor ve çocukların da.) Okul girişinde öğrencilerin yaptıkları seramik ve kilden bir çok çalışma vardı. Haftada 10 saat Almanca görüyorlar. 2. sınıfta 2 saat İngilizce başlıyor. ABITUR belgesi vermiyorlar bunu Alman Hükümetine bağlı okullar verebiliyormuş, Alev ise Almanca eğitim veren bir Türk okuluymuş. Yaratıcı düşünme gibi bir dersleri var, bu derse üstün zekalı öğretmenliğinden mezun olan öğretmenler giriyormuş ve onların görüşüne göre haftada sanırım 2 saat belirlenen üstün potansiyelli çocuklarla beraber çeşitli çalışmalar yapılıyormuş. Ayrıca gerekli gördükleri öğrenciler için AD (Akademik destek) sınıfları da var. Okul sık sık kamplar düzenliyormuş kayak sporuna önem verdiklerini ve sporcu çıkardıklarını söylediler. Açıkçası vaad edilen şeyler oldukça güzel ama okul bana nedense çekici gelmedi, sanki çok fazla kurallılar, ve veliye sürekli öğrenciden dert yanacaklarmış gibi geldi tabii bu sadece his. Bu okuldan mezun olanlar genelde lisede Almanca olan okulları tercih ediyormuş. Hatta bazı alman okullarının öğretmenleri ALEV okuluna da  geliyormuş ama maalesef son olaylardan sonra çoğu öğretmen tası tarağı toplayıp ülkesine dönmüş. 

ŞİŞLİ TERAKKİ: Bu okula Ada'ya anaokulu bakarken de gitmiştim. O zaman çok ruhsuz, sevimsiz, ilgisiz gelmişti. Bu yıl ilkokula ön kayıt yaptırmak için yine gittim yine aynı şeyi hissettim. Okula girdim önce ilkokulun nerde olduğunu tarif ettiler, Okul kampüs ama binalar bütünü demek daha doğru, kısacası sevimsiz bir görüntüye sahip. Sekreter beni ön kayıt için sanırım müdür yard. yönlendirdi, odaya girdiğimde görüşeceğim kişi ayağa bile kalkmadı, önüme formu uzattı, doldurdum. Sonra çok mekanik bir şekilde okulumuz 08:15 de başlar 15:40'da biter diye anlatmaya başladı. Okulda bu tavrı sevmiyorum, hatta Ada'ya okulu gezdin mi? diye sordu. Ada gezmediğini söyledi. Bende kalkıp gezdirecek sandım yerinden bile kalkmadı. Madem gezdirmiyorsun bari, isterseniz randevu alın başka bir gün gezebilirsiniz falan de. Yok o da yok. Siz başvuruda bilmem kaçıncı sıradasınız diye elime bir kağıt tutuşturup gönderdiler. Kısacası okul bana çok özensiz geldi. Kesin eledim.

İSTANBUL KOLEJİ:

Levent'te bulunan küçük bir okul. Bizim okuldan kaydını aldırıp oraya kayıt yaptıran bir veliden duydum. Randevu alıp görüştük. Görüşme gerçekten çok uzun sürdü sanırım 1,5 saat o sırada Ada'ya tabii ki de değerlendirme çalışması yaptılar. Okulun TEOG başarısı iyi mezun sayısı çok az 11 kişi genelde. Bu yüzden çok adı duyulmamış butik bir okul. Çok fazla sosyal aktivitesi var okul küçük olduğu için şu an Enka'nın havuzunu ve tenis kortunu kullanıyorlarmış. Her ay bir tiyatro ve bir gezi etkinliği düzenliyorlarmış. Okulun bahçesi çok küçük ve sınıflar da öyle. Sınıf mevcudu 18 kişiyi geçmez dediler. Ama sınıf 18 kişi için bile küçük geldi. Yemekhaneleri de çok küçük ama sırayla tek sınıf kullanıyormuş. Okul biraz villadan bozma gibi ve eski. Fiziki şartlarını açıkçası beğenmedim. Ama sundukları imkanlar ve sosyal aktivite de bir çok okulda yok. Her sınıftan tek şube var. İngilizce konusunda da iddialı görünüyorlar. Her yıl bir müzikal sahneye koyuyorlar. Müzikalin DVD'sini verdiler gerçekten kostümden,  dekorlara kadar her şey mükemmel. Fakat İngilizcede o kadar iddialı olmalarına rağmen İngilizce hazırladıkları müzikalde oynayan çocukların çoğunun telaffuzu o kadar iyi değildi ama o kadar uzun bir oyunu İngilizce hazırlamaları yine de takdire şayan. Her yıl sınıf aynı ama öğretmen değişiyor. 1. , 2., 3. ve 4. sınıf öğretmenleri farklı. 1,2 ve 3. sınıfta yüzme zorunlu. 1. sınıfta tenis de zorunlu daha sonra seçmeli ders oluyor.  Çocukları teker teker tanımaya gayret ediyorlar. Her öğrencinin potansiyelini keşfetmek ve doğru yönlendirmeye önem veriyorlar. Tanıma çalışması yaptığımız adayımız ..... yerine Ada'nın adını yazacaklarına benim adımı yazmışlar. Hatta bu hata görüşmeye giden başka bir arkadaşımda daha oldu. Biraz özensiz geldiler böyle olunca, butik okulda böyle şeylere takılıyorum, zaten kaç öğrenci var. Gıcık mıyım? İnternette denk geldiğim bir yorumda da bir veli hiç haber verilmeden sınıf mevcudunun 20 kişiye çıkarıldığını yazmıştı, aklımı karıştırdı.

İTÜ Natuk Birkan: Ada şimdi bu okulun anaokuluna gidiyor. Geçen yıl epey sıkıntı yaşadık. Fakat bu yıl memnunum. Yaşadığımız sıkıntı öğretmenle ilgiliydi daha çok. Bu yıl öğretmen değişince rahatlamış olduk. Ama öğretmenden ziyade okul yönetimiyle de ilgili. Çünkü bir çok veli şikayette bulunmasına rağmen, yönetim öğretmenin arkasında durdu. Sene sonu gelince de işine son verildi sanıyorum. Bunu tutarlılık olarak kabul edemiyorum maalesef. Gelelim İTÜ ilkokuluna, devam ettiğimiz okul olmasına rağmen tanıtım gününe gittim. Çok sıkıcı ve mekanik bir sunumdu. Cümleleri süslemek için çok çaba sarf edilmiş, dinlemek için bende aynı çabayı sarf ettim. İTÜ'nün klasik bir eğitim anlayışı var. Bizim zamanımızın devlet okulunun paralı olanı gibi. Tanıtım gününde kullandıkları materyalleri getirmişlerdi. TOPSES ve Morpa Kampüs kullanmaları beni şaşırttı çünkü drama öğretmenliği yaptığım devlet okulunda da aynı fasikül ve kaynak kitaplar kullanılıyordu. Stand da duran öğretmenlere bunu söylediğimde kendi kitaplarının da olduğunu belirttiler. Kitap dedikleri şey, kapağı A4 kağıdı inceliğinde ve kalitesinde zımbalanmış kağıtlardan ibaretti. Ödev dedikleri ise  A4 kağıdı'nı 2 ye katlayıp 4 sayfa yarattıkları kağıtlardı. Ben çocuk olsam küçücük kağıtta yazan ödevi yapmak istemem. Bu yıl ara tatil ödevleri de sürekli zımbalanmış  renksiz, siyah beyaz kağıtlar bütün olarak bize sunuldu. 34.000 TL eğitim ücreti alıp,  10-12 kağıdı zımbalayıp eve ödev diye gönderen okulu anlayamıyorum. İTÜ'nün bir sürü kulüp dersi var ve bu yıl Satranç dersi zorunlu. Ne yapıyorsunuz derste diye sorduğumda "lambaya soruyorum, taşların nereye gideceğini söylüyor" dedi bana. Öğretmek için bu özelliği kapatmayı düşünememişler yada kolaylarına gelmiş sanırım. Neyse böyle düşününce sinir oluyorum. Kısaca her okulun sunduğu imkanlar aşağı yukarı bu okulda var ama içi ne kadar dolu? ancak vasat diyebilirim. Özellikle beğendiğim yanı akran zorbalığını kesinlikle uyguladıkları politikalarla önleyebilmeleri.

Koç Okulu : Koç ilköğretim okulunun tanıtım gününe gittik. İdareciler okulu anlattı. Sonra soru cevap şeklinde devam etti. Bir kere epey gelen vardı, gördüğüm en kalabalık tanıtım günüydü diyebilirim. İdareciler elinde yazılı metinler olmadan okulu tanıttılar. Ben çok büyük beklentilerle gittim sanırım, Bana okul için "wow" dedirtecek bir yan göremedim. Çocukların mutluluğunu önemsiyorlar ve TEOG okulu olmadıklarını baştan söylediler. Özellikle altını çizdikleri konu ilkokuldan devam edenlerin liseye TEOG sınavı olmadan geçiş hakkının olduğu. Yani eğer çocuğum Teog stresi yaşamasın hem de sınav derdi olmadan kaliteli bir lisede devam etsin derseniz. Koç size göre diyebilirim. Ayrıca üstünde durdukları bir diğer konu ise okulun lokasyonu, okul Tuzla da, daha doğrusu Kurtköy tarafında o yüzden okula gelirken geçen zamanı düşünerek kayıt yaptırın dediler.

Şimdilik bu kadar bizde hala karar verememiş durumdayız. Tavsiye ettiğiniz okulları paylaşırsanız sevinirim.