Followers

Saturday, May 30, 2020

İlkokul Anısı Vol2

İnsanlar ne kadar zaman geçerse geçsin ilkokul öğretmenlerini hatırlarlar. İster iyi, ister kötü olsun ama hatırlarlar. Eğer öğretmen olsaydım hiç düşünmeden ilkokul öğretmeni olmak isterdim. Bir çocuğun iç dünyasını görebilmek, kişiliğinin hamuruna ilk dokunan olmak, masumiyeti paylaşmak, ve hep hatırlanacak olmak sınıf öğretmenliğini çok özel yapıyor.
Benim öğretmenime gelecek olursak o dönemde annemin aldığı"aman çok iyi öğretmen onun sınıfına yazdırın" tavsiyeleriyle rica minnet sınıfına kaydolduğum bir öğretmendi. Bazen çok şevkatli bazen de çok sinirliydi. Sınıfımız şimdiki sınıflar gibi az mevcutlu değil tam 66 kişiydi.
Öğretmenimden çok çekindiğimi hatırlıyorum. Solak olduğum halde sıranın sol tarafına geçmek için izin almam neredeyse 1 ayımı alırdı. Hele ödevi yapmadan okula gitmek, kirli önlükle okula gelmek, kitabını defterini evde unutmak ölümdü. En kötüsü de tahtaya kalkıp bir soruyu çözememek. Bir gün bizim öğretmen biraz burnundan soluyarak girmişti sınıfa, ders matematik. Ben de matematiğe biraz mesafeliyim. 4 işlem tamam ama problemler biraz korkutucu. Kaçıncı sınıftayım hatırlamıyorum. O gün öğretmenim başlıyor problemleri beyaz tebeşirle tahtaya yazmaya. Yazarken tebeşirin çıkardığı sesten keyfi yerinde mi, sinirli mi anlıyorum. O gün de dediğim gibi sinirli biraz. Tüm tahta matematik problemleriyle doluyor. Öğretmenim parmağıyla kimi işaret ederse o tahtaya kalkıyor. Bütün sorular çözülüyor geriye bir soru kalıyor. Son soru. Tahtaya kalkma ihtimalim azaldı diye rahatlamışım. Göz göze gelmemeye çalışıyorum ki öğretmen beni tahtaya kaldırmasın. O gün de aksi gibi en ön sırada oturuyorum.
O sırada bir arkadaşımın adını söylüyor "oh kurtuldum" diyorum içimden ama olmuyor. Arkadaşım soruyu çözemiyor. Öğretmen biraz daha sinirleniyor. Sonra başka birini çağırıyor. O da çözemiyor soruyu. Sonra başkası, başkası derken öğretmenimin sinir katsayısı her çözemeyen öğrenciyle biraz daha artıyor. Son çağırdığı çocuğun ensesine bir tane patlatıp "otur yerine" diye bağırıyor. İyice korkuyorum.Bu kez  işaret parmağını uzatıp beni çağırıyor. Kalkıp gidiyorum tahtanın başına.
"Soruyu oku ama dikkatli ol"diyor bana. Okuyorum 5 kardeş cevizleri 3 er dağıtırlarsa 1, 2 şer dağıtırlasa 6 ceviz artıyor. Kaç ceviz var? türünde bir soru. Yok yapamıyorum soruyu, öğretmenim
"bak bir daha anlatıyorum diyor, 5 kardeş" derken de tebeşire bulanmış parmaklarını iyice açıyor. 
"3'er dağıtırlarsa".Gözüm öğretmenimin kaskatı açılmış 5 parmağında hiç bir çözüm gelmiyor aklıma. "Bir kere daha oku" diyor. Yok yapamıyorum. "Yapamıyorum" diyorum öğretmenime. İyice sinirlenip bağırıyor. Bağırırken de suratıma beş kardeş diye tokadı basıyor. Kıpkırmızı olup yerime oturuyorum için için başlıyorum ağlamaya, hayatımın ilk tokadı. Bağırmaya devam ediyor "Ben izin verdim de mi yerine oturuyorsun"diyor bana. 
Sonra bizim sınıfın en çalışkanını çağırıyor tahtaya. "Neyse diyorum soruyu çözer bu kesin"
O sırada her hafta sınıf listesinden sırayla bir kişinin getirdiği o hafta da getirme sırasının bende olduğu kolonyayı öğretmene vermeye unuttuğum geliyor aklıma. Neyse diyorum yarın veririm.
Bizim sınıfın en çalışkanı tahtada soğuk terler döküyor. O da yanlış çözüyor soruyu. Bu defa bizim öğretmen iyice hiddetleniyor. Bütün çözemeyenlere örnek olsun diye çıkarttığı öğrenci de çuvallıyor bizim gibi. Bas bas bağırıyor kıza. Benim kafam yerde, bağrışma devam ettiğinden kafamı kaldırmıyorum. Yediğim tokat acayip gücüme gitmiş. Derken ayaklarıma kadar sarı bir sıvı gelmeye başlıyor. Çantamdaki kolonya şişesi kırıldı sanıyorum. Kalbim küt küt atıyor. Daha ileri bakınca korkudan tahtaya kalkan kızın korkudan altına çişini yaptığını fark ediyorum. Ayakkabıları çorapları sırılsıklam. Bir kısım da yerde birikmiş, ayakkabıma kadar geliyor çiş. Kızcağız apar topar çıkıyor sınıftan dışarı.  İlkokul deyince yıllar geçse de hep gözümde bu kare. Yıllar geçti ben iktisat bölümünü bitirdim, tahtada altına kaçıran o kız ise Harvard'da öğretim görevlisi. Bazen ilkokulda kendimi de onu da böyle hatırladığım için üzülürüm.  O yüzden diyeceğim o ki aman çocuk kalbi kırmayın..

Prayers on the First Day of School - Mike Verway - Medium

Sosyal Değil, Fiziksel Mesafedir O

Corona dünya gündemine oturduğundan beri, Türkiye'de "sosyal mesafe" lafı aldı başını gitti. Tüm uzmanlar "Sosyal mesafeyi koruyalım" derken, geçenlerde biri "Bu bahsedilen sosyal mesafe değil, fiziksel mesafe" dedi. Sonuna kadar katılıyorum.Çünkü konu sosyal mesafe olsaydı kısa zamanda ülke olarak helvamızı kavururlardı diye düşünüyorum.
Millet olarak sosyal mesafe kavramı bize çok uzak bir kavram. Çünkü biz karşımızdakine her soruyu soruyor,içimizde coşan seller gibi akan merak duygumuzu asla dizginlemiyoruz.
 Sosyal mesafeyi sıfıra indiren sorular karşısında 35 yaşında bir kadın olarak hala ne diyeceğimi bilemiyorum. Bu sorular karşısında içimden karşımdakine iki çift laf edip kendine getirmek gelse de karşımdakinin kalbini kırmak endişesiyle yapamıyor, sadece içten içe sinir olduğumla kalıyorum.Sizi dumura uğratan ama karşınızdaki kişinin hiç çekinmeden sorabildiği sorular maalesef hayatınızın her döneminde karşınıza çıkıyor.
 Mesela erkek çocuklarına adını sorduktan sonra sorulabilen "Sünnet oldun mu ?" sorusu. Delikanlılık döneminde " kız arkadaşın var mı?" şeklinde evrilebiliyor.
Toplumca belirlenen evlenme yaşı gelmiş olan kızlara bayram günlerinde topluluk önünde "birileri var mı?"diye sormak, Yeni evlenene "Çocuk ne zaman?"diye sorulması ya o çiftin çocuğu olmuyorsa yada  her hangi bir nedenden dolayı düşünmüyorlarsa, hadi çocuğu yaptın "2. Ne zaman?" gibi sorulan sorular hoşa gitmese de artık kanıksanmış olan sosyal mesafe zedeleyici sorular arasında yerini alıyor.
 Sosyal mesafeyi sıfıra indiren soruların bir başka versiyonu da aile bütçesini çıkarmaya hevesli meraklı tiplerden geliyor örneğin panjuru tamir etmek için çağırdığınız usta "Ev sizin mi, kira mı?" sorularıyla menkul değerlerimizi hesaplayıp" yakıt ne kadar geliyor bu eve?" diye devam edip gider kalemlerinizi bir bir sorabilir "Abi ne iş yapıyor?" "Yenge sen çalışıyor musun?"diyerek gelirinizi de hesapladıktan sonra net hesap dökümünü çıkarak size uygun gördüğü bir panjur tamir hizmetini
sıkıştırabilir. 
Yeni açtığınız işletmeye gelen bir müşterinin dükkanın kirasını sorup maliyetinizi çıkarıp karınızı hesaplaması an meselesidir. Evinize gelen usta da,dükkanınıza gelen müşteri de fahri bir vergi memuru edasıyla bütün finansallarınızı sorma hakkına sahiptir. 
 Samimiyetinizin sadece selam verip almaktan ibaret olduğu insanlar eşiniz 3 gün işten erken çıkıp çocuğunuzu havuzdan aldı diye "Eşiniz çalışmıyor mu?" diye sorabilir mesela. 
 Bu soruların daha ileri örnekleri de elbette var mesela benim de karşılaştığım"hamile misiniz?" sorusu "hamile değilim göbekliyim" diye gülüp geçsem de aslında içimden "Hee gel şimdi doğuruyorum altın mı takacaksın dangalak?" demek geçiyor.Hatta ben hamile değilim deyince "emin misin ?" diyecek kadar işe ileri götürenine de rastladım
 Hadi göbek falan bir yere kadar ya siroz hastası olsan ve bu soruyla karşılaşsan...Karşınızdaki kişi bu münasebetsiz soruları sorduktan sonra gözünüze züccaciye dükkanına girmiş fil gibi gözükse de emin olun o kendince parlak zekasıyla bir yerlerde parıldıyor olacak.O yüzden siz çok da şeeyyetmeyin ve sosyal mesafenize dikkat edin.