Followers

Thursday, June 19, 2014

Bebek Reflüsü

    Ada'ya süt Alerjisi tanısı konduktan sonra yakamızı bırakmayan başka bir derdimizde Reflü. Ada'ya Süt alerjisi teşhisiyle birlikte Reflü teşhisi de kondu. Şu meşhur ve günümüz bebeklerinin çoğunda olan "Bebek Reflüsü".
     Benim deyişimle Hulusi Kentmen tadındaki tonton doktorumuz Nesim Bey. Reflünün çok bebekte görüldüğünü mideye dost şeyler tüketmemiz gerektiğini, Alerji yapan yiyecekleri tüketmemiz gerektiğini söyledi bize. Tabii reflü de en önemli tedavi yöntemi çocuğunuzun yatak başını biraz (30%)  kaldırmaktır dedi. Biz de dediği gibi yaptık. Yok ama bana mısın demedi.
Doktor doktor dolaştık, zantac bir tatlı kaşığı, zirtec yarım ölçek başladık. İlaçlara merhaba dedik. Bakalım nasıl olacak? Tek dileğim adanın gece uykusunun düzelmesi ve iyileşmesi.

Kentsel Dönüşüm ve Çocuk

Yeni evimize taşınalı  dört ay oldu.  Yeni evimizi seviyorum. Benim gibi anıları konusunda tutucu biri  için bu taşınma işi çok kolay olmadı. Bunun en önemli nedeni de biz taşındıktan sonra oturduğumuz apartmanın kentsel dönüşüm  kapsamında yıkılıyor olmasıydı. Biz taşınınca apartman yıkılacak, sanki en önemli anılarımız sonsuza kadar yok olacaktı
  Evlenmeden altı ay önce tutmuştuk o evi, iki odalı  ufak bakımsız bir dairedeydi.  Bizi sokağı, fenerbahçe'nin tam ortasında olması iyice cezbetmişti, bir de balkonu. Balkona  sakız sardunyaları koyduk. İki sandalye, ufak bir masa. Çiçek  dolu saksılar, duvarları kurşuni bir griye boyadık.  hep hoşuma giderdi o renk.( Sonra içimizi sıktı o ayrı).  Sonra evlendik,  ben o eve yerleştim. Ada hastaneden sonra ilk o eve geldi. Adanın boyunu ilk o evde ölçtük. Evi tamamen boşalttığımızda bile boy çizgileri kapıda öyle mahsun bize bakıyordu.  Evi boşaltmadan oldukça  video çektim burası adanın odası, burası salonumuz  snııııfff  :)
    Biz bunları yaşarken ev sahipleride, ellerini ovuşturmuş aman bizim dairenin değeri arttı diye seviniyorlardı. Benim bir de tüm bu karmaşanın içinde düşündüğüm adanın yeni evi sevip sevmeyeceği oldu. Neyseki sevdi yeni evini yani bu geceye kadar öyle düşünüyordum. Bu akşam masal saatimizi gerçekleştirdik yatağımıza yattık. Ada bir anda bu evi sevmiyorum öteki evi seviyorum dedi. Orda balkonumuz vardı, arkadaşım deniz vardı, anneannem, dedem vardı,  park vardı, oyuncaklarım daha çoktu dedi durdu. Ben de işte bu evde iyi bak daha büyük koşup oynuyorsun dicek oldum adadan bir yumruk yedim gözüme. Sonra bana vuramazsın bu hareketini sevmedim diyince buna bir de adanın uykusuzluk zırvaları eklenince tatsız bir uyku seromonisi sonrası uykuya daldı. 
Tabii bende İstanbul başta olmak üzere büyük şehirleri şantiye alanına çeviren, doğayı katleden, şehirlerin dokusunu bozup o ruhsuz gökdelenleri diken,  ekonomiyi inşaat sektörüyle döndürmeye çalışan, rant peşine düşmüş,çocukları gecenin bir vakti eski evini özlemesine neden olan hükümete
, ve emeği geçen herkese  "güzel dileklerimi" ilettim . "Amin"

Sunday, June 8, 2014

İstanbul Oyuncak Müzesi


      Bugün Ada'yı alıp babamızla birlikte İstanbul Oyuncak Müzesine doğru yola çıktık. Müzeyi Ada doğmadan çok önce gezmiştik. Ama bu sefer ilkinden oldukça farklı bir gezinti oldu bizim için.
     İstanbul Oyuncak Müzesi Sunay Akın'ın dünyanın çeşitli yerlerinden bir araya getirdiği oyuncaklardan oluşan bir müze. Farklı ülkelerin, farklı dönemlerin oyuncakları müzede sergileniyor. İstanbul Oyuncak Müzesi evlenmeden önce ailemle yaşadığım eve çok yakın olmasına rağmen sadece bir kez gitmiştim. O zaman gittiğimde ilginç gelmiş ama ikinci kez ziyaret etme hissi uyandırmamıştı bende. Bugün gidişimizde ise Oyuncak müzesini oldukça değişmiş gördüm. Kış Bahçesi açılmış, kapısı kış bahçesine açılan bir sınıfta çocuklar için çeşitli aktiviteler düzenleniyormuş. Mesela bugün ahşap boyama atölyesi vardı. Biz Ada yapar mı falan diye çekingen adımlarla atölye'ye doğru ilerlerken ada koşup atölyeye girdi, Eline hemen salyongoz şeklinde kesilmiş bir ahşap bulup, taburesine oturdu başladı boyamaya. Babasıyla biz bakakaldık. Atölye sırasında çocuklar serbestti öyle herhangi bir öğretmen, yönlendiren kimse yoktu ama bir sürü çocuk bir araya gelmiş ahşap boyuyordu. Bizim de hoşumuza gitti.
     Kış Bahçesinde ise oldukça kalabalık bir Grup İKSV tarafından düzenlenen bir müzik etkinliği için bir araya gelmişti. Bahçeye tam not verdik vesselam. Zaten kapıdan girişte kocaman üç tane zürafa, nasrettin hoca heykeli, ve bahçede bulunan dev satranç Ada'nın oldukça ilgisini çekti. Ahşap Köşkün içine girdiğimizde bizi bir sürü oyuncak karşıladı. Hepsinin ayrı bir öyküsü vardı, biz de tek tek dinledik bu öyküleri. Plastik oyuncaklar, Bez bebekler, teneke oyuncaklar bizi büyüleyen bir geçit yaptılar. İlginç Şeyler öğrendik mesela Müjdat Gezenin bir oyuncak tasarladığını ve bu oyuncağın herkesi dört elle kucaklasın diye dört kolu olduğunu gördük. Ada'yı da beni de en çok etkileyen müzenin Sirk Odası katındaki oyuncak evler oldu. Avrupada "Doll House" adı verlen bu evler aslında yaşanılan evin içini ve hayat tarzını yansıtmak için yapılan minyatür maket tarzında objelermiş ve bu objelerle çocukların oynamasına izin verilmezmiş, genelde salonda vitrin gibi kapalı bir camın içinde dururmuş ama çocukların oyun hevesleri hiç azalmadan devam edince bu minyatürler "oyuncak ev" adıyla çocukların oynaması için piyasaya sürülmüş. Oyuncak evlerde o kadar ince detaylar vardı ki, görünce şaşıp kaldık. Masanın üstündeki yemek tabakları, Gümüş pasta takımları kadehler, evdeki insanlar, sanki herkes gidince canlanıp yaşamaya devam edecek gibi duruyorlardı. Bu maketlerin pastane, kasap şeklinde yapılmış olanları da vardı.
   Tren Odası, Harita odası ismindeki tüm odalar isminin hakkını veren çeşitlilikte oyuncaklar içeriyordu. Harita odasında Beatles'ın "Yellow Sub Marine" adlı parçası için yapılmış olan oyuncak denizaltıyı gördük. 
Ama bir oyuncak vardı ki o biraz buruk bir oyuncaktı çünkü Konya'da meydana gelen depremde göçük altında kalan yedi yaşında bir kızın elinde olan oyuncakmış, sonra o küçük kız büyümüş öğretmen olmuş, tonton bir emekli olduğunda da depremde beraber göçük altında kaldığı bebeği Müzenin Hastane Odasındaki yatağa yatırmış, ve bebeğini müzeye bağışlamış.Dediğim gibi her oyuncağın bir öyküsü var. Siz de dinlemek isterseniz Oyuncak müzesine gitmenizi tavsiye ederim.

Belki yardımcı olur diye linki aşağıda;


Not: Müzeye giriş 10 TL, ama girince oyuncakların hikayesini dinlemek için elektronik bir rehber veriliyor almanızı tavsiye ederim, Aslında bu konuda yönlendirseler iyi olur çünkü ilk gidişimizde böyle bir şeyden haberimiz yoktu, ne nedir çok anlayamadık. Bu sefer hikayeleri kulaklıktan dinleyince oldukça etkilendik.


Satranç oynayamasakta çok ilgimizi çekti :)
                                     
                                          Atölye çalışmasına katıldık, ahşap boyama yaptık.

Depremzede sahibinin müzeye bağışladığı bebek..Onun da bir kolu depremde yara almış.

Oyun Evi "Doll House"






























                                           Çeşit Çeşit Barbie Bebekler




Friday, June 6, 2014

Bir Zamanlar Orda Bir Orman Vardı Yavrum

Marmaris'e giderken önce gökova karşılar insanı. Yol yorgunu da olsa insan, gökovanın davetkarlığına sırt çeviremez. Kısa bir yol vardır tam girişinde. Uzun okaliptüs ağaçları yolun iki yanında bu yolun koruyucuları gibi sıralanır. Bu yol eskiden tek yoldu şimdi yanında düzgün asfalt bir yol var, ama ben geçerken hiç yeni yolu tercih etmek istemem. Okaliptüs ağaçları beni çocukluğuma götürür çünkü, çok sıcak havalarda bile serin olur o ağaçların altı, en cılız rüzgarda bile yapraklar güzel bir şarkı söyler insana o yolda. Ağaçlar öylesine uludur ki, o yolda yürürken kendinizi  masal kahramanı gibi hissedersiniz. O yoldan geçmek insanı ferahlatır, özgür olduğunuzu hissedersiniz, denize dalmışçasına serinler ve aklınızdan o anda başka bir şey geçmesine izin vermezsiniz. Bir tarafta akyaka önünüzde marmaris bekler sizi.
Çocukluğum orda geçtiğinden mi bilmiyorum. Küçükten beri tüm hayvanları severim, ağaçları, temiz havayı daha salaş restoranları, çıplak ayak yürümeyi, balık tutmayı, üstüme her mevsim ince şeyler giymeyi.
Sanki tüm bu alışkanlıklar ordan yadigar bana, bir zamanlar orda olduğumdan..
Bir hafta önce gazetede okudum marmaris in o güzelim  bozburun köyünden datçaya kadar olan kısımda imar planında yapılacak değişiklik onaylanmış. Binlerce ağacın katline ferman verilmiş. Ağzından salyalar akarak bekleyiş içinde olan otel sahipleri ellerini ovuşturmaktaymış. Yeni dikilecek oteller, yeşilin ortasında beton yığınları, denizi kirletecek olan, arıtma sistemine yatırım yapmayacak onlarca bina ormanların içinden gözümüze batacak yeşilin rengi kocaman bir griye bulanacak. Keşke bir şeyler yapabilsek, kendimizi o ağaçlardan birine zincirlesek kurtara bilir miyiz? Yoksa çoktan doların yeşilini, doğanın yeşiline tercih mi ettik? Aslında cevabını bildiğim bir soru bu. Sadece belki de zaten birileri bir şey yapacak diyoruz. Tokatlanmaktan kokuyoruz , aman öne çıkma diyoruz kendimize , bir çıkan olur diyoruz. Çoluğumuz çocuğumuz,  işimiz gücümüz var diyoruz ve hep prangalarımızı sağlamlaştırıyoruz. Her şey olup bitiyor ve iç çekerek bir zamanlar orda bir orman vardı yavrum diyoruz çocuğumuza.
Derken hiç de utanmıyoruz.

Çocuk Dostu Bir Yer Var mı?

        Bayram yaza denk gelince, bayram tatili planları her zamankinden daha fazla cezbediyor insanı. Zaten 15 günlük izin koparmak oldukça zor çalışırken. Araya bayram da girince, bayram öncesi haftasını da izin alsam al sana mis gibi tatil dedim, 15 günlük tatil al tepe tepe kullan.

Ada'ya mayo lazım, şu tuvalet eğitimi o zamana bitmiş olur mu? yoksa little swimmers' bezlerle kumsalda arzı  endam mı ederiz? Bu yaz yüzmeyi öğrenir mi acaba? denizden korkar mı? sever mi? diye kafamda binbir düşünce birbirinden habersiz bir geçit töreni yaparken,  Geçen yıl bodrumda yaptığımız tatilde memnun kaldığımız otelde bu yaz 1 hafta geçirmeye karar verdik, kalan bir hafta da başka bir yere gidelim dedik. Son haftayı geçireceğimiz yeri "Fethiye" olarak belirledik. Başladık otel bakmaya, tam bir otel beğeniyoruz balayı oteli çıkıyor. Başka bir tane buluyoruz 16 yaş altı çocuk kabul etmiyor. Velhasıl baktığımız otellerin %90'ı çocuk kabul etmediğini söyledi.
Şaşırdık, nasıl bir konsept belirlenmiş bu tatil beldelerinde diye. Aman kardeşim nasıl gelirseniz gelin çocuğunuzu alıp gelmeyin. Çocukları kemirgen, gürültü makinası, huzur bozucu varlıklar olarak yaftalamışlar herhalde otellere almıyorlarmış. Neyse garip geldi. Ne diyelim kötü günümde yanımda olmayanın iyi günümde de ben yanında olmam hahaha :)

Thursday, June 5, 2014

Tuvalet Eğitimi Volume II

Ada'nın tuvalet eğitimde birinci haftanın sonuna geldik. Bugün itibari ile isabet sayımız oldukça fazla. Hafta sonu benim katkımla ama hafta içi konuyla ilgili uzunca bir mesai yapan annem sayesinde başarıya adım adım yaklaşıyoruz sanırım. İşten eve geldiğimizde ani bastıran ilgiden sıkılan ada çişinin geldiğini unutup salonun ortasına çiş yaptı tek vukuatımız buydu bugün için. O yüzden kulağımı çekip etrafımdaki en yakın tahtaya vuruyorum şimdilik.
 Tabii bu yazımdan adanın "Anne çişim geldi, oturağım nerde?" Diye sorduğu anlaşılmasın. Saatte bir   "Kızım çişin geldi mi? Kakan var mı?"demekten helak oluyoruz. Adanın çişinin geldiğini ondan daha iyi anlayacak bir sensörümüz varmış gibi çişi ve kakayı doğru zamanda oturakla buluşturmak bizim işimiz  :) Ada şu an söylemeye gönüllü değil, resmen çiş ve kaka hırsızı olarak annemle ben adanının kıymetli hazinesinin peşinde koşturuyoruz. Bakalım bir hafta daha devam edersek söylemeye gönüllü olur belki. Yoksa sanırım bu planı biraz ötelemek daha iyi olacak.

Wednesday, June 4, 2014

Zamanın Yavaş Aktığı Yerler

Kasabalarda zaman yavaş akar. Saatinizi ve takvimi bir kenara atsanız hangi günde olduğunuzu saatin kaç olduğunu kolaylıkla unutabilirsiniz. Yıldızlara bakarak ertesi günün nasıl olacağını tahmin etmeye koyulursunuz. Çarşının içinde, sahilde çektiğiniz fotoğraflarda arka planda geçmekte olan insanlar tesadüfen kadraja girmiş yabancılar değildir, kadraja tesadüfen de girmiş olsalar tanıdık insanlardır. Mehmet Amca, Ali Abi gibi adları vardır.
Kasabanın merkezinde kurulan pazarlar taze sebze meyvelerle doludur, organik olup olmadığını sorgulamazsınız bile. Kokusu rengi onları ele verir. Sanki yedikçe yeseniz kilo almazsınız.
Deniz kıyıya usulca vurur kasabalarda, deniz davetkardır. Herhangi bir metropolden bu kasabalara gitseniz hava çarpar, üst üste bir kaç bira yuvarlamış gibi bir hissiyata kapılırsınız. Gözkapaklarınıza iki fil oturuverir.
Küçük köyler vardır civarda, bu köylere yapılan gezintilerden dönmek istemezsiniz. Köy meydanlarında bir camii, bir de kahvehane mutlaka bulunur. Buraya yakın bir yerde satılan bal size ikram olunur. Herşey basit ama yerli yerindedir. Bu da olsa ne güzel olur demezsiniz. Basit, kolay rahat ve mutlu hayat köylerin sokaklarından beslenir, kasabada yaşar, şehirlerde ölür. Çünkü şehirlerde hayat hızlıdır, kurallar vardır, trafik ışıkları, zaman, patronlar, ensesi kalınlar, göbeğini kaşıyan adamlar, yolsuzluk yapanlar, hırsızlar, zenginler, fakirler, mavi yakalılar, beyaz yalakalar, polisler, gelen mailler, çalan telefonlar, dolmuşlar, taksiler.  O yüzden en güzeli yolda olmaktır kasabaya giden yolda...

Plaza İşçisi bir Annenin Notları

Burdan beni duyan annelere sesleniyorum yok benim yaptığımı yapmayın. Yani diyeceğim o ki çocuktan sonra çocukta yaparım kariyerde diye bir gaflete düşmeyin. Hani böyle diyorum diye aman kadınları eve çeken, işgücünden alıkonulmasını isteyen bir ideolojiye sahip olduğum anlaşılmasın.
 Maalesef ülkemizde kadının doğumdan sonra çalışmasını teşvik eden politikalar yok. Daha göğüslerinizden süt akarken döndüğünüz iş yerinde  sizin yokluğunuzda değişen organizasyon yapısı ve prosedürlere ayak uydurmaya çalışırken kimse gözünüzün yaşına bakmaz . Velhasıl ben işe döndüğümde sorumluluklarımı daha da arttırmışlar ama buna ilaveten beni hoşnut edecek hiçbir değişiklik yapmamışlardı. Ada'ya sütümü şirketin tuvaletinde sağıyor öğle arası sağdığım sütü eve götürüyor, yemek bile yemeden işe geri dönüyordum. Üzerime o kadar iş yığdıkları halde maaşıma bir kuruş zam yapmamışlardı. Beklentileri yüksek, bu beklentilerin geri dönüşü ise sıfırdı. İstifa ettim başka bir iş bulmuştum. Yeni bir sayfa açıldı önüme diye bir sevinç kaplamıştı içimi.
Yeni işime başladım, bu sırada Ada'ya alerji teşhisi koydu doktorlar. İşe başlarken öyle flexible çalışma saatlerimiz yok vay efendim işin bitmesi önemli, bir saat geç gelmişiniz erken çıkmışsınız kimse bunun hesabını sormaz dendi. İyi dedim ya doğru mantık bu böyle olmalı başımda habire beni dürtecek biri olmayacak, önemli olan işin bitmesi dedim. Ama baktım iş uygulamada böyle olmuyor sabah 09:00 akşam 18:00 çalışma saatlerine sahip olan işyerinizde. Sabah 9:00 akşam 19:00 19:30 çalşın kimse gelip size madalya takmıyor, sırtınız sıvazlanmıyor. İşinizi yapmanız değil üstüne kuş kondurup kuşa küpe takmanız gibi kriterlerle değerlendiriliyorsunuz. Bir kere elinizde kendinizi öven reklam panosuyla dolaşmanız, sizin üstünüz olan insanların katılacağı her yemeğe etkinliğe,şirket kampanyalarına  katılmanız. Sadece orda bulunmakla kalmayıp masanın başında oturmanız, şirketin tüm dedikodularına vakıf olmanız lazım. Tabii tüm bunları yapamayan bir anne olarak kurumsal anlamda "visibility" sağlamanız zor. İş arkadaşlarınızın genç bekarlardan oluşacağı iş yerlerinden uzak durun. Onlar saat 21:00 da gideceği mekana işyerinden direkt geçiş yaptıkları için sizin 18:00 de işten çıkıp çocuğunuza banyo yaptırmak istemenizi anlayamazlar. Yani çocuğumla vakit geçiremiyorum ben burdan 19:30 da çıksam köprü trafiğiyle iki saat sonra evde oluyorum biraz insaf demeniz bir işe yaramaz. Geç kaldığınız sabahlarda size mesainin 9:00 da başladığı hatırlatılır ama 06:00 da bittiği uzak bir rivayetten ibarettir. Ofisinizin camlı toplantı odaları sütünüzü sağmanız için ideal yerler değildir. Zaten bunun için zamanınızda olmayacaktır. Çocuğum hastalandı ateşi kırk oldu gibi cümlelri sıklıkla kurmanız ne kadar doğru olsa bile asık bir surattan dökülen yarım ağız bir geçmiş olsunla karşılanır. Zaten çocuğun akibeti ertesi gün sorulmaz nede olsa çocuktur hastalanır.
Evim kentsel dönüşüm kapsamında yıkılıyor boşaltmamız lazım derseniz, takvime bakılır size uygun bir taşınma zamanı belirlenir öyle taşınırsınız. Çocukla çalışma hayatı zordur çocuğu olmayan anlamaz bilmez anlamaya da çalışmaz. Sizde sinirlenir gitgide mutsuzluğa sürüklenirsiniz, çocuğunuzdan çaldığınız zaman yaşanacak anılarınız, yapılan performan değerlendirmeleri sırasında boğazınızda düğümlenen ama bir türlü yutamadığınız o yumru gibi canınızı acıtır.

Tuesday, June 3, 2014

Tenis Topundan Pacman

Ada'ya kendi yaptigim, yarattigim oyuncaklari verebilmeyi cok isterdim.  Ama calisan bir anne oldugum icin bunun icin yeterince vakit bulamiyorum maalesef. Bellki cok daha planli programli biri olsam bunu da gerceklestirebilirdim ama  benden oyle biri de  cikmiyor.
 Gecenlerde instagram fotolarindan birinde bu yaratici tenis topunu gordum . Ada bununla ilgilenir dedim gorur gormez. Evde eskimis biraz da kirlenmis tenis topunu gorunce planimi hayata gecirdim. Karsinizda tenis topundan packman.  Bu pacman cok yaramaz, adayi evde kovaladi acikti, o koca agziyla adanin kolunu isirdi, ada da onu beslemeye karar verdi. Sonucta kikir kikir güldük ve televizyon, i-pad den uzak bir sure gecirdik.  Pacman'e tesekkur ederiz.


 

Tuvalet Eğitimi

Tuvalet eğitimi maceramıza atılmış bulunuyoruz. Önce biraz kitap karıştırdıktan sonra konuya girişiverdik. Önce Ada'yı hazırlamak adına biraz konu hakkında konuştuk. Büyüdüğünü, büyüyünce neleri kendi başına yapabileceğinden örnekler verdik. Yemeğini kendi kendine yiyiyorsun, kendi kendine uyuyorsun gibi... Artık bezi bırakalım, büyünce bez bağlamana gerek kalmaz dedik. Bezimizi attık. Hatta Pepe'nin şu meşhur şarkısını söyledik.
"Bezleri attık külotlar giydik, artık işte hepimiz tuvaleti öğrendik...." Tabii öğrendik mi bilinmez hala ama kazalar olabiliyor. Bazen yerde, bazen koltukta küçük süprizler görebiliyoruz. Bence tuvalet eğitimine başlamadan önce annenin de buna hazır olması şart. Hani yerden o kadar çişi, kakayı temizledikten, kirlenen kıyafetleri elinde çitileye çitileye yıkadıktan sonra çocuğuna güler yüz gösterip
- "hadi kızım gel oturağa bir otur bakalım" diyince
- "boş yere uğraşma anne yap-mıııı-canmm"diye bir cevabı hazmedebilmek bazen zor olabiliyor.
Neyse zorlamıyoruz, üstüne gitmiyoruz. Zorlarsak o reaksiyon gösterecek bu işi daha da uzatacağız.
Şimdilik Ada'yı destekliyoruz. Her isabette Oturağımıza çıkartmalar yapıştırıyoruz.
Biberonla beslenince altını ıslatan bir bebeğimiz var onu da oturağa oturtuyoruz beraber bekliyoruz çişimizi.