Followers

Thursday, May 16, 2013

Atatürk Arboretumu



        Evet Arboretum... Neredeyse Atatürk Botanik Bahçesi olarak bir isim değişikliği yapıyordum kendi içimde. Arboretum diyene kadar ağzının içinde diline üç tur attıran bir tekerleme bile söyleyebilir insan. Gittikten sonra da nereye gittiğimiz bir türlü anlatamadım insanlara Atatürk Arboretum'u diyorum. Bir daha soruyorlar bakıyorlar cevap aynı "Hııı" diyorlar çok üstelemek istemeyenler. Merak edenler nasıl bir yer orası, beğendin mi deyip arboretum'un ne olduğunu anlamaya çalışmak için biraz daha zaman kazanıyorlar. Her neyse ben de bilmiyordum ne demek baktım öğrendim.

        Arboretum ya da ağaç parkı, esasen ağaçlar ile ağaççık ve çalı gibi diğer odunsu bitkilerin yetiştirilmesine adanmış botanik bahçesidir. Böyle bahçeler bilimsel araştırma ve gözlemler için kullanılmakla birlikte, çeşitli canlı ağaç türlerinin derlemini (koleksiyonunu) barındıran birer müzedir.Bunun dışında, bir botanik bahçesinde bulunan ve ağaç, ağaççık ve çalıların dikimine ayrılmış olan bölüm de "arboretum" olarak anılabilir.

       Neyse bu sözlük anlamı, bana göre ise İstanbul'da yeşil kalmış nadide yerlerden biri. Hem yeşil hem mangalcı ve piknikçi istilasına uğramamış. Uzun, kalın gövdeli ağaçlar cenneti. Kapıdan girer girmez yumak gibi köpek yavruları karşıladı daha sütten kesilmemişlerdi bile. Böyle yusyuvarlak beyaz, siyah, alacalı bulacalı renkli  sekiz dokuz tane yavru. Ada da bende hemen çimlere oturup sevdik köpekleri. Sonra alabildiğine geniş çim bir alan vardı karşımızda, onun dibinde suni bir gölet içinde kağlımbağa ve kuğular vardı. Suda nilüfer yaprakları, Ada'ya kaplumbağa'yı kuğuyu , kurbağayı kitaplardan değilde doğada göstermenin haklı gururunu yaşadım. Sonra ilerledik arboretum'un içindeki ince yollardan. Yollar ve kenarda duran uzun ağaçlar çok bilindik bir fotoğraf karesini anımsattı bana. Ama huzur verdi, bir nebze de olsa  unuttuk İstanbul'da olduğumuzu hava sıcak olduğu halde rüzgar esti sırtımız ürperdi, yürüdük adımlarımızın sesini duyduk. Adanın hahkahaları korna seslerine karışmadı, yolda kertenkele gördük. Yürüdük.. yürüdük...

Neyse işte bu güzel yerin ismi değişmeden , yerine size doğal bir hayat vadeden akdeniz güneşi, İspanyol ateşi gibi isimlerle lanse edilen bir toplu konut projesi yapılmadan gezin. En azından bu taştan ucubelerin yerinde güzel bir yer vardı diye çocuklarınıza anlatacağınız bir anınız olur.

Adres:
Sarıyer Köyü  34450 İstanbul
(0212) 226 1929

Wednesday, May 15, 2013

Bebeklere Oyunlar

             Yazının başlığına bakanlar, beni çok oyuncu bir anne sanmasınlar. İtiraf ediyorum bu konuda eksiklerim var.  Aslında ben oyun oynuyorum ama Ada benim oyunlarımı sevmiyor galiba.
Gün içinde çocukla ne yapıyorsun diye soranlara ne cevap versem bilemiyorum. İstanbul cehenneminde sabah 08:00 akşam 21:00 evde yokuz. Mesela bugün nispeten erken geldik evde sofra kuruluna kadar Ada ile oynadık ne oynadın derseniz. Çocuğun görsel zekasını şöyle geliştiren, duyusal özelliklerini böyle öne çıkaran, zekasını şu şekil uyaran bir oyun kurduk diyemeyeceğim. Dediğim gibi galiba ben bu konuda biraz eksiğim. 
            Biz kapıdan içeri girer girmez Ada'da çığlık çığlığa bir koşuşturma hali baş gösteriyor. Biz de onu kovalamayla işe başlıyoruz, babası gıdıklıyor ben bir yandan yanaklarını sıkıştırıyorum o da kıkır kıkır gülüyor. Elimizden kurtulunca kaçmaya başlıyor, takip ediyor muyuz diye de arkasına bakıyor. Biz de adım adım onu kovalıyoruz, evin tüm odalarını tek tek ziyaret ediyoruz bunu yaparken. Eğer yolumuz Banyoya düşerse mutlaka Ada'dan bıcı bıcı teklifi geliyor. Hep de bana bakarak söylüyor bıcı bıcı istediğini, beni tellak mı sanıyor ne :) Bazen geri çeviriyoruz bu teklifini ama bugün çok tatlıydı, küvete henüz yetişemese de o tombul bacağını aşırtmaya çalıştı küvetin kenarından beceremedi. Pespembe topuğunu gördüm, kocaman göbeğini, yok gıdıklamadan olmayacak dedim. Koşuşturmamıza devam ettik. Sonra yorulduk ada bize masaj yaptı tokatları yapıştıra yapıştıra. Kucağıma aldım ben yemek yerken o da çatalla tabağımdaki yemeklerle oynadı. Bıcı bıcısını yaptı sonunda. Sonra "Deniz" geldi arkadaşı. Ada çok paylaşımcıydı neyi varsa vermek istedi sonraları da verdiklerine biraz pişman oldu ama yine de iyilerdi uzunca bir süre oynadılar, zıpladılar. Yani bugün böyle geçti başka günlerimizde böyle geçiyor genelde. Ada'yı alsam bak kızım bu koyun "mee" yapıyor bu kedi "miyav" desem beni ortada bırakıp gidiyor, sayı saysak sıkılıyor, küçük tabi biliyorum ama azıcık da yararlı bir şeyler yapalım diyorum ama yok olmuyor. Bugün yeni blog keşfettim "oyuncuanne" bloğun adı. Güzel oyunlar vardı, deneyeceğim bakalım belki sever Ada.

Monday, May 13, 2013

İstanbul Bizi Hapsetti

Şikayetçiyim... Öğrencilik yıllarımda İstanbul'a haftasonu yaptığım çıkartmalar çok hoşuma giderdi. Haftasonu oldumu Caddebostan Sahil'de yürüyüş yaparız, Ortaköy, Beylerbeyi, Taksim, Adalar, serin serin kapalı çarşı hatta cıvıl cıvıl bir mahmutpaşa bile var derdim, o zamanlar Orhan Veli kafasındaydım. Şimdi değişti herşey şimdi "Can Yücel" kafasındayım. Demişti ya "Geçin Ankarayı İstanbulu/ oralar olabildiğine dolu" diye haklı. Ne bir kaldırımız, ne temiz bir denizimiz, ne de temiz bir  havamız. On kilometrelik yolu 2 saatte gidişlerimiz. Adayla haftasonları şurada oturup bir soluklanalım dediğimizde yer bulamadığımız tıklım tıkış kafelerimiz, kışın gri bir hava, leventte canavarlaşan gökdelenler, üstgeçitler, altgeçitler, metrolar, tramvaylar, hızlı feribotlar, hızlı arabalar, hızlı yayalar, ve hızla geçen hayat. Metropollerde hayat böyle yaşanıyor. Yaşadıkça ufalıyor gidiyor, anlamsızlaşıyor. Metropollerde hayat sabah erken kalkıyor on saat mesai yapıyor, iki saat trafikte takılıyor. Yemek yiyiyor, bir türk dizisi izleyip yatıyor. Ama sorsan tadından yenmiyor.
 Yok bence hayat ufalıyor, her gün daha da kısalıyor ama biz aynı rutine devam ediyoruz. 

Sunday, May 12, 2013

Emzirme Koçluğu

 Evett... Evet, yanlış duymadınız, gerçekten emzirme koçluğu diye bir kavram varmış. Ben söyleyenlerin yalancısıyım. Ada'yı o yada bu nedenlerden bir türlü emzirmeyi başaramadım. Başaramadım diyorum çünkü etrafımdaki herkes, buna bir çok doktor da dahil her çocuk emme içgüdüsüyle doğar sadece biraz daha gayret, denemekten vazgeçme deselerde olmadı. İşte size hikayem.
    İki kere "Mastit" oldum. Gecenin bir yarısı hayatımda hiç üşümediğim kadar üşüyerek uyandım, sırtımdan soğuk terler aktı, ateşim 40 dereceye çıktı. Ben de üşüyorum geçer dedim bekledik ne ateşim düştü, ne de titremelerim geçti. Hal böyle olunca apar topar hasteneye gittik. İki şişe serum ve tüm direnmelerime karşın reçeteye yazdıkları antibiyotiğe rağmen ateşim düşmedi. Ertesi gün anca kendime gelebildiğim adına tıpta "Mastit" dedikleri bu hastalığı tam iki kere geçirdim. Her gün pompayla sağmak bir işkenceye dönüşmüştü, her tarafta bebeğinizi en az altı ay emzirin afişleriyle kampanyalar düzenlenirken ben o elektrik süpürgesinden  daha hallice aletle koskoca beş ay geçirdim artık aramızda duydusal bir bağ kurduğumuzu :) düşünürken sütüm kesildi. Anne olarak bebeğini kendi sütüyle besleyemiyor olmak öncelikle derin bir darbe yaratıyor insanın içinde. Sonra elden bir şey gelmiyor bağrına bir sağma pompasını basıp sessiz köşeler arıyorsun. Ama ne zaman bir kitapçıya girsem ve çocuk gelişimi vb.. temalı kitapların arasında kaybolsam, gözüm hep kocaman ansiklopedi tarzında kaplanmış adı "Emzirme Sanatı" olan o kitaba çarpıyor. Demek ki içimden bir ses hep sustursam da acaba sen mi beceremedin diyor.
   Geçenlerde Ada'nın rutin kontrolleri için doktora gittik. Orda bekleme odasında ayaküstü sohbet ettiğim bir anne üzülerek Ada'yı ne kadar emzirebildiğimi sordu 5 ay dedim. O da ancak üç ay emzirmiş. Keşke daha önce haberdar olsaydım dediği, bu yüzdende doğum izni biter bitmez şirketindeki tüm kadınlara bir mail atmayı borç bildiği "Emzirme koçu" konusundan bahsetti. Bir çok hastahanede emzirme koçluğunu deneyimli hemşireler yapıyormuş. Eğer bebeğinizi hastanede emziremediyseniz, emzirme koçları yani sizin teklif götürdüğünüz bu hemşireler evinizde sizinle beraber kalıp ( bu kalma süresi  2 gün- 1 hafta değişebiliyormuş). Sizi doğru emzirme konusunda eğitip bebeği alıştırıp size emzirme koçluğu yapıyorlamış. Özellikle Amerikan Hastahanesinde yaygın bir olaymış bu. Duyduk duymadık demeyin. Duymayanlara söyleyin...