Followers

Saturday, December 6, 2014

Ilk Antibiyotik Kullanımımız ve RSV

Ada alerjik olmasına rağmen hiç antibiyotik kullanmamıştık. Geçen hafta okul velileri olarak  tam da içeriği anlaşılmayan bir toplantıya davet edildik. Orda iki çocuğun hastalandığını söylediler. Ben aman Ada nasıl oldu da hastalanmadı diye düşünürken, akşam Ada'nın ateşi 38 dereceye çıktı. Nedir ne değildir derken soluğu Ada'nın doktoru Nesim Bey'de aldık. Nesim Bey Ada'nın ciğerlerini dinledi burun akıntısı ve kuru bir öksürük olunca önce çok önemsemedi. Nebulizatör ile ventolin ve pulmicort başladık. Ama ateş direndi de direndi. 39.5 a çıktı bir türlü inmedi. Beş gün boyunca Ada'nın ateşi 38'e düşünce sevinir olduk ama bu da hiç uzun sürmedi. Ben artık panikten Ada'nın kafasına buz torbası koydum ateşi düşsün diye ama o bile işe yaramadı. Zaten bunu yapmak da çok yanlışmış beynin termostat bölgesini yanlış uyarıp, daha çok ateş çıkmasına neden oluyormuş. O yüzden vücut sıcaklığında kompres yapmak gerekliymiş vesileyle bunu da öğrenmiş olduk. Ateş inatla  devam edince Nesim Bey artık şansımızı kaybettiğimizi artık antibiyotik başlamamız gerektiğini söyledi. Böylece üç yaşına kadar hiç antibiyotik kullanmamış olan Ada RSV virüsünün yaptığı komplilasyon sonucu zatürre başlangıcı teşhisiyle Nausef antibiyotike başlamış oldu. Tabii ateşimiz sürekli 39 derecede takıldı bir süre. Ben geceleri paranoyak oldum kız nefes oluyor mu? Aman ne sık soluyor diye gözümü kırpmadım geceleri. Hatta onun hastalığı benim olsun da bir an önce iyileşsin diye saçma sapan anne duaları ettim. Ama ne kadar yürekten söylediysem duam kabul oldu. Ada hastalığını bana emanet etti ve iyileşti meğer bu tip virüsleri çocuklar daha çabuk atlatırmış. Ben de önceleri öksürük ve sırt ağrısıyla başlayan belirtilere ateş de eklenince zatürre teşhisiyle hastaneye yatırmak istedi doktorum ama hastanede yatacak yer olmayınca, eve gönderildim. Tabii bu sırada ben hastalanınca yardıma annemleri de çağırdığımdan babama da geçirdik meşhur RSV virüsümüzü. Şimdi evde yorgan döşek yatmakla ve gittiğimiz doktorları virüsümüzle korkutmakla meşgulüz.

Wednesday, November 5, 2014

Süt Alerjisi Olanlar da Dondurma Yer

Ada küçükten beri alerjik bir çocuk. Hırıltısı, hıçkırığı, atopik dermatit cilt yapısı derken Üç yıl geçti. Alerjimiz hala baki. Ada büyüdükçe, biz onun yiyemeyeceği bir şey yediğimizde, yediğimiz boğazımıza dizilir oldu. Çünkü önce "anne ne yiyorsun?" Diye soruyor, sonra "bende istiyorum" diye tutturuyor. Tabii bu durumun tersi de geçerli, istemediği bir şey yedirmek istediğimizde de "ben bunu yiyemem, alerjim var" diyiveriyor. Hani biz bu numarayı yutmuyoruz ama okulda sanırım öğretmenleri bu şekilde kandırıyor. Böyle numaralara engel olmak için Ada'nın alerjisi olan besinler için bir liste yapıp öğretmenlerine verdik. Ama biz yerken dayanamayacağı tek şey "dondurma". Geçen yaz Yaşar Ustanın o meşhur meyveli dondurmalarını denedik. Meyvelilerde herhangi bir süt ürünü olmadığı için sorun çıkmadı. Ada severek yiyiyor. Özellikle karadutlu, kavunlu, armutlu, muzlu favorisi.


Friday, October 31, 2014

Ağaca Ağıt

       Ağaca Ağıt yakılmıyor bizim ülkemizde. Ağaç ticari bir mal, meta olarak görülüyor çünkü. Ağacı kağıt, masa, evimizdeki vitrin, yemek masası olarak görmek daha iyi bizim için. Ağaçları kepçeler koparırken topraktan, canları acımıyor, bizim nefesimiz daralmıyor sanıyoruz. Halbuki onlar çocuklarımız için salıncak, serin bir akşamda bizim için hamak, nefesimiz bizim.
Gittikçe kalabalıklaşan ve grinin koyu tonlarına boğulan İstanbul'da bile ağaçlar kesiliyor gıkımızı çıkaramıyoruz. Bizim rahatsız olduğumuz koyu gri yaşam alanları çocuklarımıza siyah bir dünya olarak devrolacak farkında mıyız?
       Geçen ay, Moda'da yürürken bir anda ayağımın dibinde bir heykel beliriverdi. Baktım, baktım.. Heykel ardımda kaldı ama kafamda devam etti, çağrıştırdıkları. Dizlerinin üstüne çökmüş bir heykel, ellerini yüzüne kapamış, kurumuş bir ağaç kütüğüne ağıt yakıyordu. Güzeldi.. Ağaç yerinde yemyeşil dikiliyor olsa daha da güzeldi. Keşke hepimiz bu heykel kadar duygusal olabilsek, bir an için gördüğümüz ağacın önünde diz çöksek sarılsak hatta, bize nefes verdiği için teşekkür etsek, hafta sonu bir şişe su götürsek, su versek ağaca, çocuğumuz da sevse ağaçları, o da sarılsa. Ağaçların kabuğuna dokunsak geçen zamanı hissetsek, kim bilir kimlerin gölgesinde dinlendiğini düşünsek olmaz mı?
      Olmaz sanırım, olmaz ki güzel olan her şeyi yıkıyoruz, eskiyi sevmeden saygı duymadan yok ediyoruz, ağaçları ayırıyoruz toprağından, güneş görmeden yaşıyoruz plazalarda her şeyi daha çok kazanmak için yapıyoruz, kazanıyoruz neler kaybettiğimizi bilmeden...

**Not: Ağaca Ağı, İskender Giray'ın Moda Caddesi'nde kuruyan bir ağaç için yaptığı bir heykelmiş, yapıldıktan sonra kaybolmuş, neyse ki daha sonra Halkalı'da bulunarak tekrar elden geçirilip, sanatçı tarafından daha sağlam bir şekilde sabitlenmiş eski yerine. Şimdilerde heykel Kadıköy'lülere emanet.
  

Monday, October 20, 2014

Okul Öncesi Çocuklar için Dikiş

Okul öncesi çocukların gelişimine yönelik metodları okumaya devam ediyorum. Daha önce haberdar bile olmadığım kavramlar hayatıma Ada'yla birlikte girdi. Montessori, Reggio Emillia, şimdi ise yeni öğrendiğim Waldorf yöntemi... 
 En yeni öğrendiğim onlar olduğu için waldorf ve reggio emillia oldukça ilgimi çekiyor, çocukların yeteneklerini geliştirmek için kullanılan yöntemler hep doğadan geliyor, ağaç yaprakları, ağaç dalları, kil reggio emillia yöntemi için en çok kullanılan materyaller. Çünkü tüm çocukların sanatçı olarak doğduğuna inanılıyor. Aslında okuduğum başka makalelerde bebeklerde ve okul öncesi çocuklarda hayalgücünü, yaratıcılığı ön plana çıkaran beynin sağ yarım küresinin ağırlıklı çalıştığı yazıyor. Eğer bu sistem doğruysa okul öncesi dönemde çocuklarımızı sanatla beslemeliyiz.
Ada için sanat aktivitesi yapmak için alışverişe çıktığımda Mothercare'de bu dikiş setini gördüm. Ada'nın uzun süre ilgisini çekeceğine dair çok umudumda yoktu. Eve gelip nasıl yapması gerektiğini gösterdiğimde oldukça heyecanlandı. Kutunun içinden iki parça keçe çıktı, keçenin üstü yani plastik iğnenin geçeceği yerler hazır şekilde delinmişti. Ada'nın tek yapması gereken bir alttan bir üstten kutudan çıkan plastik iğne ve yünle yastığı dikmesiydi. Ada çok severek dikti yastığını sonra üstüne çiçekleri yapıştırdık.    Tabii Ada'nin dikmesi oldukça zaman aldı ama şaşırtıcı biçimde hiç ilgisi dağılmadı. Okul öncesi çocuklarda dikiş dikmek zihni oldukça oyalayan ve ince motor becerilerini geliştiren bir aktiviteymiş. Bende evde duran keçeleri bir şekilde delip bu aktiviteye devam etmek istiyorum. 
Aşağıda aktivitemizin fotoğraflarını bulabilirsiniz.
 




Wednesday, October 15, 2014

Anne Kafamda Bit Var!!

    Geçen Cuma Ada'nın okulundan sağlık konulu bir mail geldi. Nedense genellikle bu mailleri yüreğim ağzımda açıyorum. Öncelikle mailin sadece bize gönderilip gönderilmediğine baktım, neyse ki tüm okula gönderilmişti. Mailde okulda bir öğrencide bit teşhis edildiği yazıyordu. Adanın sınıfında olmadığı için derin bir nefes aldım.
     Düşümdüm de gerçekten bit fobim var !! Çünkü küçükken çok ağır bir bitlenme olayı yaşamıştım.
Yazın sitede tüm günümü beraber geçirdiğim arkadaşım bitlenmişti, ondan da bana geçmişti tabii. Ben de bir kaşıntıdır başlamıştı, yıkanıyorum yine kaşınıyorum. Ömründe hiç bit görmemiş olan annem bitleneceğimi aklına bile getirmemiş, niye kaşınıp durduğumu soruyordu. Günler geçtikçe kafamda gezen bir şey olduğunu hissediyordum. Çok iyi hatırlıyorum, o gün evimize babamın bir arkadaşı gelmişti, ben de bitler hat safhada olduğu için artık kaşınma durumu, iki elimle kafamı kazıma operasyonuna dönmüştü, saçımı delicesine kaşıyordum. Sonra "anne kafamda böcek var." demiştim, çünkü elimi rastgele saçıma attığımda oldukça büyük bir böcek elime gelmişti. Annem buna rağmen durumu çakmamış, hala bütün gün bahçede ağaçların altında dolaştığım, güllerin içinde oynadığım için bana söyleniyordu. Ertesi sabah annemin aklına nasıl olduysa bitleneceğim geldi. Güneşte saçlarıma baktı parlak gri kepek gibi şeyler olduğunu söyledi, eliyle kolayca almaya çalıştı olmadı. Sanırım saat sabah 06:00'ydı, annem arkadaşını arayıp bitin nasıl bir şey olduğunu sormuştu.
O zaman Google olmadığından her şey bir bilene sorulurdu, bu durumda kadını yatağından fırlatmıştık ama olsun.. Annem ilk iş bir bit şampuanı alıp saçlarımı yıkamıştı, durumu uzun süre farketmediğimiz için sirkeler semirmiş kocaman böcekler olmuştu. İlk yıkamada kafamdan o böceklerden 6-7 tane düşmüştü. O kadar böcek herhalde binlerce sirke oluşturmuştu kafamda, bitten kurtulmam sanırım 2-3 haftayı bulmuştu. Annem beyaz bir havlu alıp, beni önüne otutup saçlarımı ince bit tarağı ile tarıyordu. O kadar çok bitlenmiştim ki, elimi rastgele saçıma götürdüğümde bir kaç tane yakalıyordum. Annemin beni bitten kurtarma çabaları benim ağlayarak geçirdiğim saatlere dönüşmüştü. O yüzden Ada'nın okulundan gelen maili okuduğumdan beri saçlarımda bir kaşıntı hissediyorum psikolojik olarak. Bitten korunmak için ne yapılabilir diye araştırdım. Öğrendim ki lavanta ve çay ağacı yağı kokusuna gelmezmiş bit en azından sevmiyormuş. Yağını bulamadım ama lavanta kolonyası aldım eczaneden okula gitmeden yakasına, bir iki damla damlatırım kesin. Saçı lavanta kolonyası damlatıp taramak da işe yarıyormuş, ayrıca saça takılan toka gibi bir şey varmış o da biti önlüyormuş. Ama zararlı mıdır? Değil midir? Bilemedim o yüzden kaptım kolonyayı çıktım eczaneden. Bakalım önümüzdeki okul günleri başımıza neler çıkartacak merakla bekliyoruz.

Saturday, October 11, 2014

Diyet Başlasın, Değişim Başlasın

           Geçtiğimiz haftalarda, üniversiteden bir arkadaşıma rastladım. Yüzümü gördüğü halde önümden geçti, gitti ona tanıdık geldiğimi düşünüp tekrar baktı ama tam çıkaramadı, aldığım onca kilo yüzünden üniversitedeki halimden oldukça uzaktım. O ise üniversitede nasıl bıraktıysam aynı halde karşımda duruyordu. Sonra konuştuk tabii, o işinden ben şu an olmayan işimden bahsettim. Tekrar görüşmek üzere ayrıldık. Bu tesadüf bana bir süre çocuklu hayatın yıpratıcılığını, doğumdan sonra büyüyen ayakkabı numaramı, ve göbeğimi, aylardır hatta belki Ada doğduğundan beri üstüme başıma hiç bir şey almadığımı düşündürdü. Tabii, sadece doğumdan sonra oluşmamıştı kilolarım, iş hayatına atılır atılmaz yüzleştiğim stress gün içinde tatlı atakları olarak kendini gösterdi, esnek çalışma saatlerim yüzünden eve geç geldiğimden  gremlinler gibi geç saatte yemek yemekte her şeyin üstüne tuz biber oldu. Eskiden yaptığım yürüyüşler yok oldu, her yere arabayla giden metropol insanı bayrağını en önde taşır duruma geldim ve kilolarım katmerlendi.      
            Ve varan 2; Bu hafta Ada'nın okulundan yapacakları aktivite için üç adet fotoğraf istediler. Biri bebeklik fotoğrafı, biri Ada'nın şimdiki halini gösteren bir fotoğraf biri de aile fotoğrafı yani ben Ada ve Babamızın olduğu bir fotoğraf. Ada doğduğundan beri sürekli fotoğrafını çektiğimiz için, Ada'nın olduğu fotoğrafları bulmak kolay oldu. Sıra aile fotoğrafına geldiğinde, Google drive' da dahil bütün fotoğraf arşivimizi tarasak da üçümüzün beraber olduğu doğru dürüst bir fotoğraf bulamadık. Doğumdan sonra aldığım kilolar yüzünden her fotoğraf karesinden kaçma girişimlerim Ada ile çok az sayıda fotoğrafım olmasına neden oldu, üzüldüm :(
         Bugün benim için bir milad olsun dedim. Kaç kaç nereye kadar, şalvar tarzında pantolanlar ve bol T-Shirt'lere son vermenin zamanı geldi. Merdiven çıkarken nefes nefese kalmak niye? Kaçmadan fotoğraf çektir, kızınla bir sürü fotoğrafın olsun dedim kendime. Evet 72 kiloyum, hedef 56 bakalım yapabilecek miyim? Planım kısa sürede kilo vermek değil daha önceden gittiğim diyetisyenin beslenme planını uygulayarak başlıyorum, hadi hayırlısı !!
 
        

Friday, October 10, 2014

Süt Alerjisi olan Çocuklar için Kek Tarifi

Çoklu gıda Alerjisi olan bir çocuğun annesi olarak, alerjik çocukların besinlerinin ne kadar kısıtlı olduğunu biliyorum. Ada'da alerjik bir çocuk olduğu için hem yiyebildiği şeyler çok az hemde çok zor kilo alıyor. Yaşıtları kahvaltıda çok çeşitli şeyler yerken, Ada bu çeşitlilikten yararlanamıyor.
Süt ürünleri bir çok gıdanın içinde bulunduğundan, çoğu yiyecek Ada'ya yasak.
Süt alerjisi dediğimizde çoğunlukla aklımıza sadece süt gelsede bu aslında tüm süt ürünlerini kapsıyor. Ada içinde peynir, tereyağ, süt, yoğurt, peynir altı suyu içeren hiç bir gıdayı tüketemiyor çünkü bunların hepsi süt ürünleri. Ada için yaptığım bazı lezzetli tarifleri paylaşmaya karar verdim. Bunların ilki Ada'nın severek yediği Islak Kek, bazılarının da deyişiyle "Kuntakinte".



ISLAK KEK

Malzemeler:
4 yumurta
1 su bar. su (Süt yerine su kullanıyorum hiç farkı olmuyor)
1su bar. ayçiçek yağı
1.5 su bar. toz şeker
5 çorba kaşığı kakao
2 su bard. un
1 pkt kabartma tozu

Yapılışı:

Aşağıda yazılı malzemeleri yazılı sıraya göre derin bir kapta karıştırın, karışımdan bir su bardağı ayırın.
4 yumurta
1.5 su bar. toz şeker
1 su bar. su (Süt yerine su kullanıyorum hiç farkı olmuyor)
1su bar. ayçiçek yağı
5 çorba kaşığı kakao

Yukarıdaki karışımdan bir su bardağı ayırdıktan sonra. Aşağıdaki malzemeleri ekleyip karıştırın.

2 su bard. un
1 pkt kabartma tozu

Karışımı bir borcama döküp, Fırında 30-40 dakika 180 C pişirin.

Keki dilimledikten sonra, ayırdığınız  bir bardak  sosu kekin üstüne yedirerek sürün.

 

Tuvalet Eğitimi Volume III

Eveet, size bu yazıda Ada'nın tuvalet eğitimini bitirdiğimizi müjdelemek isterim. Ama bu artık bir kere bile kaza yaşamıyoruz anlamına gelmiyor. Hafta da bir iki kere, özellikle akşamları kazalar yaşıyoruz. Bunu önlemek için saatimizi gece 02:00'ye kurup bir tuvalet seferi düzenliyoruz. Bu seferden elimiz boş dönmezsek sabaha kadar kuru bir yatağı garantileyebiliyoruz. Yok elimiz boş dönersek gece yarısı Ada "Anneeeee" diye beni yanına çağırdığında ıslak bir yatak beni bekliyor oluyor. Ama okulda herhangi bir kaza yaşamadık. Evde de genelde Ada çişim geldi diye bize söylemeye başladı. Ama ara sıra bizi protesto etmek amacıyla çişini oraya buraya yaptığı oluyor. Mesela mama sandalyesine oturttuğumda, bir de yemek yemeğe zorlarsam şıpır şıpır bir kaza yaşayabiliyoruz. Ada kediler gibi çişini yaparak protesto ediyor bizi. Son zamanlarda bu protestolara da son verdi, hal böyle olunca bu yazıyı yazmayı bir borç bildim.
        Bu hale nasıl geldik, tuvalet meselesini nasıl hallettik ? Aslında bu bizim için zorlu bir süreç oldu. Diğer annelerle konuştuğumda, çocuklarının kilodu denedikten sonra bez takmak istemediğini kendi kendilerine kolay bir geçiş yaptıklarını hatta annelerin buna şaşırdığını bile duydum. Bizim için bu süreç hiç kolay geçmedi, hatta oldukça sancılı oldu. Öncelikle doktorumuzun "tuvalet eğitimine 2.5 yaşından önce başlamayın" tavsiyesine uyduk. Ada 2.5 yaşına gelince giydirdiğimiz her kiloda çişini yaptı. Oturağına da isabetli atışlar yaptığı oldu ama bizim gün içinde yüz kere "Kızım çişin var mı?" dememize oranlarsak isabet yüzdemiz çok düşüktü. Bir dakika önce "Çişin geldi mi?" diye sorduğum kızımın, ikinci dakikada anne çişim geldi demesi ve yanına gittiğimde çişini yaptığını anlamam gerçekten siniri beynime çıkartıyordu. Ama derin bir nefesten sonra "ziyan yok kızım" diyordum. Anlayışla yaklaşım hat safadaydı. :)
Gündüz annem akşam ben bu tuvalet işine devam ederken, ben aniden rahatsızlanınca araya 2 ay gibi koca bir zaman girdi. Ada annemde kaldı ben hastanede, ev değişti Ada beni hiç göremedi derken, tuvalet eğitiminde başladığımız noktaya geri döndük. Yaklaşık 2-3 ay süren emek çöpe gitti. İyileşir iyileşmez, havalar da daha çok soğumadan, Ada'nın yuvaya başlamasına az kala bu işe odaklanmaya karar verdim. İnternette okuduğum bilgileri ve bu konuda aldığım kitaplardan okuduklarımdan bir sentez yaptım, kurallar şu şekildeydi.

*Tuvalet eğitimine başlamadan önce tuvaleti tanıtmak, teşvik edici resimler göstermek, bak arkadaşın XXX'de yapıyor gibi örnekler vermek, seveceği, resimli kilotlar almak. Hatta tuvalete oturan kendi yaşında biri varsa onu görmesi de örnek olabilir.

* Tuvalete çekmek için oyuncak yada benzeri bir şeyler bulmak. Biz Ada'yı tuvalete çekmek için bir sürü kitap almıştık. Çişin var mı? Hadi yapalım dediğimizde eğer uzun bir zaman geçmesine rağmen "Hayır, yok" diyorsa. "Hadi yeni bir kitap aldık okuyalım istersen" diyip Ada'yı oturağa oturtup okuyorduk. Bu yöntem çok işe yaradı mutlaka çişin yapıyordu ve oturmak için bizi hiç reddedemiyordu.

* Uyumadığı zamanlarda çocuğu göz önünde tutmak ve aktif beraber olmak. ( Bunu tüm anneler yapıyor eminim ama bahsettiğim şey mesela siz farklı bir şeyle ilgilenirken, o masanın arkasına gidiyorsa, yada yakınınızda olsa bile farklı bir şeyle ilgileniyorsanız, çok sık kaza yaşarsınız. Tuvalet eğitimi süresince tüm oyunlara bire bir dahil olun, evde bile bir kol mesefade olursanız  denetlemek çok daha etkili oluyor )

* Tuvalet alışkanlığı kazandırmak ( Önce 20 dakika'da bir oturağa oturtmak daha sonraki gün 30 dak. 40 dak. derken 2-3 saate çıkarabilirsiniz).

* Her oturağa oturuşta elimiz boş dönsek bile, sırf oturduğu için takdir etmek ( Biz bunu ayıcıklı pembe sticker'larla yaptık)

*Tuvaletini yaptıktan sonra sifonu çekip "Bayy, bayy" yapmak. Tuvalet kağıdını kullanmak ve ellerimizi yıkamak.


Friday, September 19, 2014

Yetenekleri Keşfeden Okullar

Ada'yı yuvaya vermeden önce bir sürü okul gezdik. İnternetten araştırma yaptık. Ada yuvaya gideceği için kriterlerimiz, çocuğunu ortaokula veren bir veliden farklıdır eminim. Çünkü ben çocuğumu göndereceğim yuvada, öğretmenlerin gerçekten ilgili olduğu, doğru dürüst şeylerle beslendikleri, her hava şartında bahçeye çıkarıldıkları, çocuklara yılsonu gösterisi stresi yaratmayan, oyuna doydukları bir yuva şartını aramıştım. Evet yuvada ingiliZce de öğreniyorlar, şarkı söylüyorlar, drama, güzel sanatlar gibi branş dersleri de var. Her gün Ada'nın çantasına koyduğumuz veli iletişim defterine bir şeyler yazılıyor. Biz de okuduğumuzu belirtmek için paraf atıyoruz, yada bir ricamız varsa belirtiyoruz. İki hafta okulun etrafımda takıldım, çok şükür ki Ada'da bir adaptasyon sorunu olmadı. Ama çocuğunu ilk defa eğitim hayatına sokan bir veli olarak, ne yapıyor, neler öğreniyor, neye yeteneği var diye merak ettim.
Evet çocuğum neye yetenekli? Bunu soruyorum, çünkü sevdiği, yapabildiği şey neyse bir an önce yapmaya başlasın istiyorum, geç kalmasından, onun yeteneğini, potansiyelini ortaya çıkaramamaktan, yeteneğini görememekten ölesiye korkuyorum. Mutsuz bir insan olmasından, yaptığı yanlış bir tercih yüzünden, ömrünün sonuna kadar yaptığı yanlış seçimin bedelini ödemesini istemiyorum. Maalesef ülkemizde spora, sanata gerekli destek verilmiyor. Yurt dışında spor ve sanat eğitimi çok küçük yaşlarda başlarken, bizde çocuklar geç başlatılıyor yada çocuk bir yol ayrımına sokulup ya dersin ya da gitarın deniliyor. Aslında seçme hakkı bile verilmiyor çoğu kez. Dersine öncelik vereceksin, gitarını yatağın altına koy diyen veliler çoğunlukta. Ben öyle düşünmüyorum ama önümde zebellah gibi dikilen eğitim sisteminin karşısına donkişot gibi dikilmek ne kadar mantıklı? Eğitim sistemine direnip, çocuğun hayatını mahvetmiş mi olurum? Sorular beynimde dönerken. Okulda öğretmenlerin veli iletişim defterlerini saat 10:30 da yazmaya başladıklarını gözlemliyorum. Saat 09:00 da okula başlayan bir çocuk bir buçuk saatte ne kadar gözlemlenmiştir ki. Ne kadar farklılık yaratmıştır bu küçük zaman diliminde. Çocuğum müzik dersindeyken, onun defterini doldurmaya çalışan öğretmen ne kadar ilgili olabilir. Ne kadar farklı olduklarını söyleserde, okullar, öğretmenler yetenekleri keşfetmiyor, keşfedemiyor. Bizim eğitim sistemi aslında tam bir dostlar alışverişte görsün parodisi. Maalesef :(

Thursday, September 18, 2014

Misafir Gelmiş, hoşgelmiş!!

Yaklaşık bir aydır evimizin önünden ayrılmayan kocaman bir kedimiz var. Ada ismini "Fadik" koydu. Fadik çok uysal, kendini sevdirmeyi çok seviyor. Eğer sevmesek bile koca kafasıyla gelip bize tosluyor ki sevelim. Fadik bahçeye alışmışken Ada evin kapısını açıp açıp Fadik'i içeri alıştırmayı başardı. Artık Fadik'te aileden biri oldu derken, aklımıza bu yeni durumu doktorumuza danışmak geldi. Malum Ada'nın çoklu gıda alerjisinin, solunum yolu alerjisine dönüşme riski var. Önce Ada'nın rutin kontrollerini yaptırdığımız doktoru Nesim bey'e danıştık.  Nesim bey kedi, köpek gibi hayvanları beslemenin çocukların sosyal gelişimi açısından iyi olduğunu, bunu desteklediğini ama kediyi içeri aldığımızda Ada'nın gözlerinde yaşarma, yada hapşırma oluyorsa kediyi evde beslememizin doğru olmadığını söyledi.. Biz bu habere sevinmişken Ada'yı alerjisi için götürdüğümüz doktoru  alerjik reaksyona neden olabileceği için kediyi içeri almamamız gerektiğini söyledi. Bizde Ada'ya fadik için bahçeye bir kulube yapma söZü verdik. Şimdilik anlaştık gibi. Arada sırada Fadik ani ziyaretler yapınca Ada iki gözü iki çeşme "anne içeri alalım diye"ağlasa da  durum kontrol altında.

İkinci Çocuk için doğru zaman ne zaman?

Ada kasımda üç yaşını bitirmiş olacak. Blogumda yazdığım gibi çoktan yuvaya başladı bile. Ben de işsiz bir anne olarak, fiilen evde oturmamın ikinci gününü yaşıyorum. (Adanın okuluydu, alışmasıydı derken okul etrafında dikildim iki hafta). Sabah kalkınca etrafı topla, yemek yap falan derken iyi hoş ama hayat da böyle geçmiyor. Ada okula gidince, sağda solda gördüğüm bebeklere sulanır oldum. Ada'nın bebekliği gözümde tütmeye başladı. Bir de ben sap gibi tek çocuk olduğumdan Ada'nın hep bir kardeşi olsun istedim. Hatta evlenmeden önce bile çocuğum olsa iki tane olsun derdim. Küçükken annesini hamile gördüğü rüyalardan uyanmak istemeyen, annesinin her gün "kardeş istiyorum" diye başının etini yiyen ben, ikinci çocuk fikrine sıcak baksam da bir türlü cesaret edemiyorum.
Doğru zaman ne zaman diye kendime sorunca, şimdi değil diyorum. Çünkü ikinci çocuk için sonsuz bir sabır lazım. İlk çocuktan kalan uykusuz gecelerinin hesabını kapatmış, iyice dinlenmiş olmak lazım. İlk çocuğunun alerjisinin, gece yerli yersiz kalkışlarının geçmiş olması lazım. İlk çocukla geçirilen zamanın doyurucu olması, arta kalan zamanı da karı-koca paylaşıyor olmak lazım. Kısacası lazım da lazım... Düşününce ben bunların hiç birine sahip değilim. O yüzden kendimi deli misin otur oturduğun yerde sanki ilk çocuğuna çok geniş zamanlar ayırabildin de ikincisini istiyorsun diye avutuyorum. Ayrıca çocuğunuzu özel okulda okutmak için dökeceğiniz servet ve bunu iki çocuk için birbirinin yaşam standardından kısmadan yapmak, iki kardeşin imkanları eşit olarak dengeleyebilecek gayreti göstermek de cabası. Ada'ya soruyorum bazen "kardeş istiyor musun?" Diye. Ama onun cevabı çok net "Hayır, istemiyorum. Ben bebek olmak istiyorum zaten". Kesin ve net istemiyor çocuk. Babamız da zaten beş bakıcı değiştirip ihaleyi anneme bıraktığımız için çocuğun bakımı konusunda endişeli. Kısacası bir ben deliyim evde, benden başka herkes akıllı :)
 

Wednesday, September 17, 2014

Yeni Aktivite-Ellerden Kuş Yapma

Henuz issiz bir anne olduğum için, ada okula başlamadan önce sağda solda gördüğüm zamanla biriktirdiğim ama bir türlü yapmaya fırsat bulamadığım aktiviteler için zaman buldum. Önce şevkle başladım ama özenle kestiğim, renklerine ayırdığım kağıtları ada başından aşağı konfeti gibi atınca zaman zaman hevesim kırıldı. Ama bu etkinliği severek yaptı, o yüzden paylaşmak istedim. Önce Ada'nın elinin şeklini boş bir kağıda çizdik. Sonra aynı şekilden kağıtlar kestik, (ne kadar fazla olursa kuşunuz o kadar gösterişli oluyor). Ada beyaz kağıtları değişik renklere boyadı. Ben resim defterine muhteşem çizim yeteneğimi konuşturarak bir kuş gövdesi çizdim. Ada da boyadığı  kağıtları yapıştırdı. Ada severek yaptı, açıkçası benimde hoşuma gitti.  Kuşun ne kuşu olduğu belli değil ördek mi, tavuk mu, ben tavuskuşu niyetine yaptım.


İlk Okul Hastalığı Hoşgeldin!

Ada geçen haftayı iyi atlattı. Okula severek gidiyor. Cuma günü eve döndüğümüzde bir burun akıntısı başladı. Hapşırdı, öksürdü derken hafif bir ateşi çıktı. Baktık televizyonun karşısındaki koltukta yayılmaya başladı anladım ki ateşi yükseldi. Veliler arası whats up'la kurduğumuz haberleşme ağından da öğrendim ki beş çocuk daha hastalanmış Ada gibi. Okuldan kaptığımız ilk hastalık ne dir, ne değildir diye hemen doktorumuz Nesim Bey'e gittik. Yine nefes açıcılar ve serum fizyolojiklerle yırttık. Bu sefer inat ettim ateş düşürücü vermedim. Ilık duşlarla indirdik ateşini. Çok sıkıntılı bir süreç yaşamadık allaha şükür, dinlensin diye pazartesi okula göndermedim. Hafta sonu da okula gitmek istiyorum diye tutturdu,  bu ara ona uzun geldiği için Salı günü koşa koşa gitti okuluna. Biliyorum bu yıl çok hastalanacaklar, daha dakka bir gol bir olduğu için biraz üzüldüm ama mikrop alış verişi yapmaları da bağışıklıklarının gelişmesi için önemli. Bakalım bu yıl neler yaşayacağız? Umarım en az hastalıkla atlatacağımız bir yıl olur.

Tuesday, September 9, 2014

İlk Okul Anılarım

Ada'nın okula başlaması benim ilkokul anılarımı depreştirdi. Ada'yı okuluna götürdüğümüzde öğretmenler çok sıcak karşıladılar, okul zaten başlı başına çok eğlenceli bir yere benziyordu.  Okulun içindeki medivenlerin her bir basamağı farklı renge boyanmıştı, duvarlar bembeyaz tertemizdi.  Okul adeta hansel ve gratel masalında çocukları cezbeden o hertarafı şekerlemeden yapılmış ormanın içindeki eve benziyordu. ( Sonu öyle olmasın o ayrı ☺️).  Üzerinde ilk gün hatırası yazan siyah bir kumaş çocuklaın önünde poz vermeleri için  giriş kapısına asılmıştı. Okulun tüm bu sıcak karşılamasını görünce ilk okula başladığım günü düşündüm. Benim ilkokulumun duvarları griydi, nerdeyse siyaha çalıyordu rengi. Yerler siyah çiniydi, teneffüslerde koridorda dolaşan çocukları kar kış dinlemeden bahçeye atıyordu öğretmenler. Hani tamam çocuklar her havada dışarı çıkmalı ama üzerimde sadece incecik önlükle sırf koridorda dolaşıyorum diye kar yağarken dışarı çıkarıldığımı bilirim. Simdi velilerin sorduğu en önemli soru çocuğun özel ve yeterli ilgi görmesi için snıf mevcudu iken, benim ilkokul yıllarımda sınf mevcudumuz 66 kişiydi. Sıralarda üç kişi oturuyorduk. Hele ben solak olduğum için her sınıf  oturma planı yapıldığında, sırf sıranın solunda oturmak için öğretmenime solak olduğumu hatırlatıp ikna etmem gerekiyordu. İkna edemediğim zamanlarda oluyordu o zamanda solumdaki kişiyle dirsek kavgası yapıp eve morarmış dirseklerle  dönüyordum. Öğretmenimizin sorduyu soruyu bilemeyenler tahtada ecel teri dökerlerdi,  tahtada sözlüye kalkıp altına kaçıran çok kişi olmuştu bizim sınıfta.  Hatta aynı soru bana yöneltilince  şöyle okkalı bir tokat yemiştim. Yaptığımda beş kardeş arasında beşer beşer dağılan ama her seferinde üç tane artan cevizin  kaç tane olduğunu bulamamaktı. Benim ilkokul yıllatımda  Öğretmenler hem döver hem severdi.. Otoriter öğretmenler sevilirdi.  Şimdi herşey değişti benim korkudan tuvalete gitmek için izin isteyemediğim ilkokul öğretmenim şimdi çok popüler bir özel okulda müdür, çocuğa sevgiyle yaklaşılması gerektiği konusunda paylaşımlar yapıyor. Eminim eğitimde şiddet olmaması gereğinin ateşli bir savunucusu olmuştur.
Dediğim gibii değişti herşey  velilerin cebinde para oldukça değişti, çocuklar özelleşti . Ne diyim yaşasın kapitalizm !!! 😞

Şimdi Okullu Olduk !!!

Bu yıl gerçekten değişik bir yıl oldu bizim için,  öncelikle İstanbul'da asla ayrılamam dediğim  Anadolu yakasından  Kadiköy'den taşındık, hem de  İstanbul'un  ta öbür  ucuna.  Bir avuç yeşillik için toprak kokusu için yaptık bunu. İyi de yaptık pişman değilim.  Ada'nın  okulu başladı bir yandan bugün ikinci günümüz. Geçen hafta üç gün süren bir oryantasyon oldu.  Üç gün boyunca iki saate yakın okulda kaldı çocuklar, anneleri ve babaları ile birlikte.  Bu hafta tek başınalar  o yüzden kimi ağlıyor, kimi  etrafı izliyor, kimi ise adapte olmuş öğretmeni dikkatle dinliyor.  Bizimki etrafına bakınıp inceleyenlerden.  Şimdilik her şey iyi gidiyor ama  Ada alerjik olduğu için okulun menüsüne benzer yemekleri evden yapıp götürüyorum.  Bu durum gerçekten zor oldu.  Hayatımda ilk defa mantı yaptım. Mantıyı yaptım ama şekilleri oldukça garip oldu. Mantının içinde kardan adama benzeyen taneler bile var o kadar söylüyorum. Bir de iş hayatına devam ediyor olsaydım nasıl olacaktı bilemiyorum.  Resmen her gün catering firması gibi çalışıyorum evde. En korktuğum şeyse Ada'nın  yemek sırasında başka bir arkadaşının tabağından bir şey yemesi. Umarım böyle bir şey olmaz... Yuvaya verince biraz rahatlarız demiştik ama alerji durumundan dolayı çocuklar yemek yerken Ada ne yiyor diye gözetlemeye gidiyorum. Dün okulun yangın merdivenine çıktım görünmemek için, artık yarın ne yaparım belli değil. Kameralardan izleseler bu kadın çatlak diyecekler. Yine, yeni bir maceraya yelken açmış bulunuyoruz. Umarım bu yıl bütün çocuklar için iyi başarılı, yaratıcılıklarının ön plana çıktığı, yeni şeyler öğrendikleri, güzel hatıralarla dolu bir yıl olur.

Friday, August 29, 2014

Müstakbel Uğraşlarım

İşten çıkarıldığımı öğrenmem, henüz beş gün olmasına rağmen kendime yapacak bir şeyler bulma arayışı içindeyim. Önce Ada ile geçirecek bolca zamanımız olacak diye Eminönüne gidip bir sürü renkli kağıt, eva karton, ip, boncuk  ve bir sürü etkinlik materyali aldım. Hepsini yapmamız bile 1 saati geçmeyecek aslında biliyorum. Benim herşeyden sıkılan kızım hepsini ayrı bir yere fırlatıp, beş dakika içinde yapmaya çalıştığım her şeyi  darmadağın  edecek ama yine de ben değer diyorum.
Dün Akşam Ada yattıktan sonra müstakbel ikinci uğraşıma yelken açtım; kendimi doğayı koruma adına savaşan sivil toplum kuruluşlarını araştırırken buldum. Aradım, araştırdım, yine en bilineni ve kendini bağışlarla bir adım öne çıkarabilen TEMA olmuş. Bu konudaki diğer STK'lar  bir elin parmağını geçmez. Ne kadar üzücü. TEMA dışındaki STK'ların sayfasına göz gezdirdiğimde gördüğüm yazılar beni iyice üzdü. Gerçekten topraklarımız, doğa talan ediliyor ama yapabileceğimiz bir şey yok. Tüm doğa talanına, HES'lere direnen STK'lar seslerini duyuramamaktan, ciddiye alınmamaktan, köylülerin yerel halkın kendilerine sırt çevirmesinden bahsediyor. Doğa için savaşan STK'lar toplum tarafından anlaşılamadığı için intihar eden pandomimciden farksız yazık. Aslında mağlup olacaklarını bile bile savaşıyorlar. Ben artık umutsuzum. Ne diyim, kazandılar. İki yeşillik görürüz diye tuttuğumuz ev'in etrafı önce 3. köprü adı altında  talan edildi. Şimdi 3. köprü yapılıyor diye, mantar gibi üreyen siteler tarafından talan ediliyor. Evimizin yanındaki yoldan dakika da bir hafriyat kamyonları geçiyor. Ben bahçemdeki çam ağaçlarına bakıyorum, çaresizim. Eskiden oturduğumuz yerler hep otlak olduğu için gördüğümüz inekler, artık adım başı şantiye alanına dönüştüğünden yollarını kaybetmiş durumdalar. Sitenin içinde hergün kaybolmuş bir ineğe rastlıyoruz. Yolunu kaybedip dükkanlara giren ineklerde var. Ama yine de ineğin burda ne işi var diyoruz, aslında bizim ineğin otlağında ne işimiz var diye sorup hiç ineklik etmiyoruz.
Boğaza karşı bir kahve içtiğinizde göreceğiniz, birinci köprünün hemen altında kalan tek yeşillik alana Tayyipciğim göz dikmiş. Cumhurbaşkanlığı konutu yapacakmış, Emine zevkine göre yaptırır artık. Valla öyle bi şeye kalkışsınlar, saat kaç olursa olsun gider eylem yaparım,  vaktimde bol tutamazlar. Hani tabii birkaç çapulcu nolcak. Bizi silkeleyip atarlar ama olsun en azında kızımın yüzüne bakacak yüzüm olur.
Zaten Ada'nın hatırlayacağı ilk Cumhurbaşkanı'nın Teyyip olması yeteri kadar canımı sıkıyor. Eğitimimiz, askerimiz, toprağımız, irademiz seçmediğim bir adamın elinde. Nasıl aydınlatılır bu insanlar bilmiyorum. Bu yüzden bir üçüncü uğraş olarak çocuk esirgeme kurumundaki başarısı iyi seviyede olan çocukları ders çalıştırıp Darrüşafaka'nın sınavına hazırlamak olarak seçtim. Daha önce kimlik numarama kadar her detayı bellirttiğim halde gönüllü olmak için, ziyaret etmek için kaç kere başvurduysamda hiç cevap alamadım, . Tekrar deneyeceğim.

Gelecek ve Çocuklar

Son yaşadığım tatsız durumlardan sonra uykum kaçtı, hele yarın bana sundukları paketi kuzu kuzu imzalamaya gidiyor olmak beni iyice gerdi. Özel sektörde insanlara engel çıkarmak için insiyatifi olmayan insanları önümüze sürdüklerini anladım ve İK yetkilisiyle uzun ama  sonuçlanmayan bir konuşma yaptım. Ne yazık ki gerçekten veda etmek isteyeceğim çok az kişi var şirkette. Daha önceki yazımda da bahsettiğim gibi insan ilişkileri şirket kararlarıyla aynı paralellikte ilerliyor plazalarda.

Günümüzde insanları, çalışma hayatını görünce Ada için korkuyorum. Kim bilir kimin hırslarına kurban gidecek, işyerinde biri canını sıktığı için kaç günü mutsuz geçecek? Eskiden üniversite mezunları el üstünde tutulurken, günümüzde işe alınmak için üniversitenin adı, çifte yüksek lisanslar yarışır oldu. Herhalde Ada'nın döneminde altı dil bilen, ortaokulda uluslararası projeler üreten rakipleri falan olur. Yada Ada'nın zamanında start up şirket kuranların kıran kırana rekabeti söz konusu olur. Silikon vadisinin benzerlerinden dolar her taraf.

Üç yaşında çocukların kreşini birbiriyle yarıştıran anneler varken durumun vahim olduğunu düşünüyorum.
Ada önümüzdeki hafta yuvaya başlayacak. Mesela biz yuva ararken. Sınıflar geniş mi? Güneş alıyor mu ? Sınıflar kaç kişilik? Yaz kış bahçede oyun oynuyorlar mı? diye sorular yöneltirken, başka bir öğretmenle okulu dolaşan veliler, Öğretmen native speaker mı? Öğretmen İngiliz ingilizcesi mi, Amerikan İngilizcesi mi konuşuyor? 2. dil var mı gibi? sorular sormuşlardı. Biz de soracak sorumuz kalmayınca, o "bilinçli" aileyi can kulağıyla dinlemiştik. Gelecek neslin ebeveyni böyle oluyormuş demek, biz olmamışız demiştik ;)

 Benim annemin, babamın zamanıda benim için kurduğu hayaller gibi, benim de kızım için hayallerim var. Ada sanatçı olsun çok isterim. Ressam, balerin, tiyatrocu... Sanki sanatla uğraşanlar bizden daha özgür insanlar gibi geliyor. İstediği mesleği seçmiş ve ondan hayatlarını kazanıyorlar. Düşüncelerini daha özgür ifade edebiliyorlar, kapitalizmin keskin dişlerinden daha uzaktalar sanki.

 Tabii bunlar sadece benim Ada için kurduğum hayaller. Gerçekleşir mi bilinmez.Ne seçerse seçsin kabulumüz, yeter ki mutlu olsun. Belki Ada hayatında çöp adamdan başka bir şey çizemeyecek, yada tiyatroyu çok sıkıcı bulacak bilmiyorum. Sadece tek istediğim sevdiği bir işi yapsın, hep sevdiği yerlerde bulunsun ve hayat karşısına iyi insanlar çıkartsın. Tabii bu dileklerim tüm çocuklar için de geçerli.


Tuesday, August 26, 2014

İşsiz Anne..

Uzun zamandır tek bir cümle yazamadım, geçirdiğim hastalık, ardından uzun süren istirahatim ve üstüne biraz moral bulmak için kullandığım yıllık iznim derken, aylardır bir şey yazamadım. İşime döneli iki hafta oldu.
İşe döndüğümde, bulunduğum katın yarısı boştu, insanların izin kullandığını düşündüm önce. Sonra şirketin yeni bir yapılanmaya gittiğini, bu kapsamda bir çok kişinin işine son verildiğini öğrendim.
İşe geri döndüğüm günden beri bir tuhaflık hissediyordum. Gelen mailler, benden istenen işler azaldı. Bir çok şeyi "Global" istedi diye, çeşitli ekiplere devretmeye başladım. Sonra yöneticim benden kaçar bir hale geldi. Göz göze gelmeye korkar bir durumdaydı, küsmüşüz gibi iki hafta geçirdik. Zaten hastalığım sırasında da sanki soğuk algınlığı geçiriyormuşum gibi davranıldı. Şirketin içindeki soğuk hava dalgası gün geçtikçe içime işliyordu.
   Ben o mudur, bu mudur derken, sonunda iki haftadır ağızda bekletilen bakla çıkıverdi. Bugün saat 17:00 sularında şu meşhur toplantı odalarından birine çağırıldım. Çağrıldığım anda kalbim küt küt atmaya başladı, ellerim titredi, sırtımdan bir ter boşaldı. Ne olacağını aşağı yukarı tahmin edebiliyordum, ama saçma sapan bir gerilim yarattım kendimde. Mutfağa koşup iki yudum bir şey içtim. Arkadaşıma söyledim çağrıldığımı, sakinleşmeye çalıştım. Ve sonunda o saydam toplantı odasında kendi müdürümü ve insan kaynakları uzmanını gördüm. Kapıyı açıp odaya girdiğimde yüzler gülüyordu. Şirketimizin insan kaynakları uzmanıyla tanıştım ( Zaten bir işe alınırken, bir de çıkarken görüldükleri için bu normal sayılıyor.)
Yöneticim erken davranarak söze girdi "senin şirketten uzak olduğun dönemde, rahatsızlığın sırasında organizasyon yapısında değişiklikler oldu, biz de bundan etkilendik ama şirket içinde değişik pozisyonlar açık seni burda değerlendirmek isteriz" şeklinde bana herkesin reddettiği uzun süredir açık olan bir pozisyon allanıp pullanıp kakalanmaya çalışıldı. Sonra hiç tercih etmedikleri ama benim tekliflerini kabul etmediğim taktirde bana verecekleri tazminat (Paket) açıklandı. Bu sırada tüm bunların performansla kesinlikle bir ilgisinin olmadığı sadece "restructring" çerçevesinde olduğu vurgulandı. Ne diyim bende eyvallah dedim.  
  Tabii olaya bir de benim içimde yaşananlar olarak bakarsak, gerçekten son günlerde takınılan tutuma anlam veremiyorum. Hani madem sözleşmem sonlandırılacaktı, yani işin kabacası kovulacaktım bu niye önceden söylenmedi, herşeyi geçtim bu kadar senenin hatrına insan karşısına alıp durum böyle böyle diyebilmeli, iki haftadır saklambaç oynamak niye diye düşünüyorum.
İnsan kaynakları uzmanının "aaaa hastamıydın, neyin vardı iyi görünüyorsun"şeklinde yaklaşımı bence görüşmeye damgasını vuran ikinci olaydı. Bu kadar mı bihaber İK'cı olur.
"Restructring"diyosun, iyi söylüyosunda biz o ekipte üç kişiyiz. Niye ben? Gerçi ben bunun cevabını biliyorum. 21:00'a kadar mesai yapması zor olan, çocuğu hastanınca, bakıcısı ortada bırakınca, çocuğunu doktora götürmek için izin almak zorunda kalan, sıklıkla düzenlenen ve 21:00 başlayıp, 24:00 de biten şirket yemeklerine katılamayan, şirket kulislerine dahil olmayan bir anneyle, çöpsüz üzümler varken neden uğraşsınlar.

Bu olay sonucunda üstümden bir yük kalktı, Ada'nın okula adaptasyonu sırasında yanında olacağım için mutluyum ayrıca. Geçirdiğim hastalıktan sonra zaten belli kararlar almıştım bunların içinde  herkesin birbiriyle "fake ilişkilerinin" olduğu, yüzünüze gülenlerin arkanızdan dişini bilediği, taht kavgalarının yaşandığı bir kurtlar sofrası olan plaza yaşamından, özel sektörden kurtulmak da vardı. Ama herhangi bir düzen kurmadan istifa etmeyi sorumsuzluk olarak gördüğüm için bir türlü kendi ellerimle gerçekleştiremiyordum. Neyseki bu da gerçekleşmiş oldu. Bundan sonra ne yapacağım konusunda kafamı netleştirebileceğim zamanımda olacak. Şu an herşey güzel ama yine de boşlukta gibi hissediyorum. Umarım bu his geçicidir.

                                                                                                                           Sevgiler,
                                                                                                                           İşsiz Anne


 

Hayat ve...

      İnsan yaşlandığında belki seksenli doksanlı yaşlarında, başını her akşam koyduğu yastığa koyup sabah bir daha uyanamayacağını sıklıkla düşünüyordur. Çevresindeki insanlar tek tek azalırken, geride kalmak hem üzüyor hemde utandırıyordur insanı belki de. Koca bir ömür yaşadım diyip hayatın doygunluğuna ulaşıyordur belki de insan yaşlanınca, yada yaşamak hangi yaşta olursan ol tatlıdır. Yaşlanınca nasıl düşünürüm bilemiyorum. Tek bildiğim halen bir Orson Welles bilgeliğinde "I know what is to be young, but you don't know what it is to be old" diyememem.
     Yirmi dokuz yaşındayım. Bu yıl yirmili yaşlarımın en son yılı. Bende hep ölümün uzak olduğunu düşünürdüm ta ki bir cuma günü şirkette fenalaşıp sonrasında ciddi bir rahatsızlık yaşayana kadar. İyileştiğimde doktorlar direkten döndüğümü söylediler. Tam on gün hastanede yattım. Yoğun bakıma kaldırılırken öleceğimi düşündüm, güçsüzleştim. Ada'yı düşündüm, bu yıl yuvaya başlayacak dedim. Okula giderken çektireceği ilk fotoğrafta olamayacağımı düşündüm. Nasıl bir kız olacağını, ben ölürsem beni hatırlayıp hatırlamayacağını düşündüm. Hayatta kalmak istedim, savaştım, sonuçta şansım yaver gitti hayattayım. Basit bir enfeksyon ağırlaşarak, yaşamla ölüm arasında bıraktı beni. Yürürken başınıza bir şey düşmesi gibi bir şeydi. Sonra düşündüm hergün hayatımın son günü olsa yüzüne bile bakmayacağım şeylerle neredeyse tüm günümü geçiriyorum. Hayatımın son günü olsa yanımda olmasını isteyeceğim insanlardan çalıyorum bu zamanı, aslında hayatı hoyratça kullanıyorum. Çoğu kişinin bildiği o söz gibi yarın aslında geri kalan ömrünüzün ilk günü gibi yaşanmalı. Arkanda nasıl bir parmak izi bırakmak istiyorsan öyle yaşamalısın.
       Yaşam farklı coğrafyalarda, farklı iklimlerde can buluyor, bahçesinde duran odunlarına bakıp kışı sağlama aldığını düşünenle, kışın yerden ısıtmalı evinde çıplak ayak gezen kişi aynı hayattalar, lüks jakuzisinde beş kere banyo yapan kişiyle, ülkesinde su kuyusu açılmasını susuzluğa çare olarak görende aynı hayatta yaşıyor. Kimi silik, kimi kanlı, kimi unutulmayan izler bırakıyorlar. Her hayat birbirinden farklı yaşansada, hayat herkes için aynı şekilde sonlanıyor.
  Bu ara yaşadıklarımın bana bir şeyler anlattığını düşünüyorum. Öncelikle Daha özgür birşeyler yapmak, plazada çalışmamak, sevdiğim şeylerle uğraşmak, adanın ateşi çıktığında ezile büzüle izin almadığım, taht oyunlarını aratmayacak entrikaların döndüğü ortamlardan uzaklaşmak, yönetici triplerine maruz kalmadan evime dönmek ve yaşanan tüm sorunları evde tekrar edip kocamın başını şişirmemek plaza deyimiyle "To Do" listemde ön sırada olacak. Umarım uygularım..

Thursday, June 19, 2014

Bebek Reflüsü

    Ada'ya süt Alerjisi tanısı konduktan sonra yakamızı bırakmayan başka bir derdimizde Reflü. Ada'ya Süt alerjisi teşhisiyle birlikte Reflü teşhisi de kondu. Şu meşhur ve günümüz bebeklerinin çoğunda olan "Bebek Reflüsü".
     Benim deyişimle Hulusi Kentmen tadındaki tonton doktorumuz Nesim Bey. Reflünün çok bebekte görüldüğünü mideye dost şeyler tüketmemiz gerektiğini, Alerji yapan yiyecekleri tüketmemiz gerektiğini söyledi bize. Tabii reflü de en önemli tedavi yöntemi çocuğunuzun yatak başını biraz (30%)  kaldırmaktır dedi. Biz de dediği gibi yaptık. Yok ama bana mısın demedi.
Doktor doktor dolaştık, zantac bir tatlı kaşığı, zirtec yarım ölçek başladık. İlaçlara merhaba dedik. Bakalım nasıl olacak? Tek dileğim adanın gece uykusunun düzelmesi ve iyileşmesi.

Kentsel Dönüşüm ve Çocuk

Yeni evimize taşınalı  dört ay oldu.  Yeni evimizi seviyorum. Benim gibi anıları konusunda tutucu biri  için bu taşınma işi çok kolay olmadı. Bunun en önemli nedeni de biz taşındıktan sonra oturduğumuz apartmanın kentsel dönüşüm  kapsamında yıkılıyor olmasıydı. Biz taşınınca apartman yıkılacak, sanki en önemli anılarımız sonsuza kadar yok olacaktı
  Evlenmeden altı ay önce tutmuştuk o evi, iki odalı  ufak bakımsız bir dairedeydi.  Bizi sokağı, fenerbahçe'nin tam ortasında olması iyice cezbetmişti, bir de balkonu. Balkona  sakız sardunyaları koyduk. İki sandalye, ufak bir masa. Çiçek  dolu saksılar, duvarları kurşuni bir griye boyadık.  hep hoşuma giderdi o renk.( Sonra içimizi sıktı o ayrı).  Sonra evlendik,  ben o eve yerleştim. Ada hastaneden sonra ilk o eve geldi. Adanın boyunu ilk o evde ölçtük. Evi tamamen boşalttığımızda bile boy çizgileri kapıda öyle mahsun bize bakıyordu.  Evi boşaltmadan oldukça  video çektim burası adanın odası, burası salonumuz  snııııfff  :)
    Biz bunları yaşarken ev sahipleride, ellerini ovuşturmuş aman bizim dairenin değeri arttı diye seviniyorlardı. Benim bir de tüm bu karmaşanın içinde düşündüğüm adanın yeni evi sevip sevmeyeceği oldu. Neyseki sevdi yeni evini yani bu geceye kadar öyle düşünüyordum. Bu akşam masal saatimizi gerçekleştirdik yatağımıza yattık. Ada bir anda bu evi sevmiyorum öteki evi seviyorum dedi. Orda balkonumuz vardı, arkadaşım deniz vardı, anneannem, dedem vardı,  park vardı, oyuncaklarım daha çoktu dedi durdu. Ben de işte bu evde iyi bak daha büyük koşup oynuyorsun dicek oldum adadan bir yumruk yedim gözüme. Sonra bana vuramazsın bu hareketini sevmedim diyince buna bir de adanın uykusuzluk zırvaları eklenince tatsız bir uyku seromonisi sonrası uykuya daldı. 
Tabii bende İstanbul başta olmak üzere büyük şehirleri şantiye alanına çeviren, doğayı katleden, şehirlerin dokusunu bozup o ruhsuz gökdelenleri diken,  ekonomiyi inşaat sektörüyle döndürmeye çalışan, rant peşine düşmüş,çocukları gecenin bir vakti eski evini özlemesine neden olan hükümete
, ve emeği geçen herkese  "güzel dileklerimi" ilettim . "Amin"

Sunday, June 8, 2014

İstanbul Oyuncak Müzesi


      Bugün Ada'yı alıp babamızla birlikte İstanbul Oyuncak Müzesine doğru yola çıktık. Müzeyi Ada doğmadan çok önce gezmiştik. Ama bu sefer ilkinden oldukça farklı bir gezinti oldu bizim için.
     İstanbul Oyuncak Müzesi Sunay Akın'ın dünyanın çeşitli yerlerinden bir araya getirdiği oyuncaklardan oluşan bir müze. Farklı ülkelerin, farklı dönemlerin oyuncakları müzede sergileniyor. İstanbul Oyuncak Müzesi evlenmeden önce ailemle yaşadığım eve çok yakın olmasına rağmen sadece bir kez gitmiştim. O zaman gittiğimde ilginç gelmiş ama ikinci kez ziyaret etme hissi uyandırmamıştı bende. Bugün gidişimizde ise Oyuncak müzesini oldukça değişmiş gördüm. Kış Bahçesi açılmış, kapısı kış bahçesine açılan bir sınıfta çocuklar için çeşitli aktiviteler düzenleniyormuş. Mesela bugün ahşap boyama atölyesi vardı. Biz Ada yapar mı falan diye çekingen adımlarla atölye'ye doğru ilerlerken ada koşup atölyeye girdi, Eline hemen salyongoz şeklinde kesilmiş bir ahşap bulup, taburesine oturdu başladı boyamaya. Babasıyla biz bakakaldık. Atölye sırasında çocuklar serbestti öyle herhangi bir öğretmen, yönlendiren kimse yoktu ama bir sürü çocuk bir araya gelmiş ahşap boyuyordu. Bizim de hoşumuza gitti.
     Kış Bahçesinde ise oldukça kalabalık bir Grup İKSV tarafından düzenlenen bir müzik etkinliği için bir araya gelmişti. Bahçeye tam not verdik vesselam. Zaten kapıdan girişte kocaman üç tane zürafa, nasrettin hoca heykeli, ve bahçede bulunan dev satranç Ada'nın oldukça ilgisini çekti. Ahşap Köşkün içine girdiğimizde bizi bir sürü oyuncak karşıladı. Hepsinin ayrı bir öyküsü vardı, biz de tek tek dinledik bu öyküleri. Plastik oyuncaklar, Bez bebekler, teneke oyuncaklar bizi büyüleyen bir geçit yaptılar. İlginç Şeyler öğrendik mesela Müjdat Gezenin bir oyuncak tasarladığını ve bu oyuncağın herkesi dört elle kucaklasın diye dört kolu olduğunu gördük. Ada'yı da beni de en çok etkileyen müzenin Sirk Odası katındaki oyuncak evler oldu. Avrupada "Doll House" adı verlen bu evler aslında yaşanılan evin içini ve hayat tarzını yansıtmak için yapılan minyatür maket tarzında objelermiş ve bu objelerle çocukların oynamasına izin verilmezmiş, genelde salonda vitrin gibi kapalı bir camın içinde dururmuş ama çocukların oyun hevesleri hiç azalmadan devam edince bu minyatürler "oyuncak ev" adıyla çocukların oynaması için piyasaya sürülmüş. Oyuncak evlerde o kadar ince detaylar vardı ki, görünce şaşıp kaldık. Masanın üstündeki yemek tabakları, Gümüş pasta takımları kadehler, evdeki insanlar, sanki herkes gidince canlanıp yaşamaya devam edecek gibi duruyorlardı. Bu maketlerin pastane, kasap şeklinde yapılmış olanları da vardı.
   Tren Odası, Harita odası ismindeki tüm odalar isminin hakkını veren çeşitlilikte oyuncaklar içeriyordu. Harita odasında Beatles'ın "Yellow Sub Marine" adlı parçası için yapılmış olan oyuncak denizaltıyı gördük. 
Ama bir oyuncak vardı ki o biraz buruk bir oyuncaktı çünkü Konya'da meydana gelen depremde göçük altında kalan yedi yaşında bir kızın elinde olan oyuncakmış, sonra o küçük kız büyümüş öğretmen olmuş, tonton bir emekli olduğunda da depremde beraber göçük altında kaldığı bebeği Müzenin Hastane Odasındaki yatağa yatırmış, ve bebeğini müzeye bağışlamış.Dediğim gibi her oyuncağın bir öyküsü var. Siz de dinlemek isterseniz Oyuncak müzesine gitmenizi tavsiye ederim.

Belki yardımcı olur diye linki aşağıda;


Not: Müzeye giriş 10 TL, ama girince oyuncakların hikayesini dinlemek için elektronik bir rehber veriliyor almanızı tavsiye ederim, Aslında bu konuda yönlendirseler iyi olur çünkü ilk gidişimizde böyle bir şeyden haberimiz yoktu, ne nedir çok anlayamadık. Bu sefer hikayeleri kulaklıktan dinleyince oldukça etkilendik.


Satranç oynayamasakta çok ilgimizi çekti :)
                                     
                                          Atölye çalışmasına katıldık, ahşap boyama yaptık.

Depremzede sahibinin müzeye bağışladığı bebek..Onun da bir kolu depremde yara almış.

Oyun Evi "Doll House"






























                                           Çeşit Çeşit Barbie Bebekler




Friday, June 6, 2014

Bir Zamanlar Orda Bir Orman Vardı Yavrum

Marmaris'e giderken önce gökova karşılar insanı. Yol yorgunu da olsa insan, gökovanın davetkarlığına sırt çeviremez. Kısa bir yol vardır tam girişinde. Uzun okaliptüs ağaçları yolun iki yanında bu yolun koruyucuları gibi sıralanır. Bu yol eskiden tek yoldu şimdi yanında düzgün asfalt bir yol var, ama ben geçerken hiç yeni yolu tercih etmek istemem. Okaliptüs ağaçları beni çocukluğuma götürür çünkü, çok sıcak havalarda bile serin olur o ağaçların altı, en cılız rüzgarda bile yapraklar güzel bir şarkı söyler insana o yolda. Ağaçlar öylesine uludur ki, o yolda yürürken kendinizi  masal kahramanı gibi hissedersiniz. O yoldan geçmek insanı ferahlatır, özgür olduğunuzu hissedersiniz, denize dalmışçasına serinler ve aklınızdan o anda başka bir şey geçmesine izin vermezsiniz. Bir tarafta akyaka önünüzde marmaris bekler sizi.
Çocukluğum orda geçtiğinden mi bilmiyorum. Küçükten beri tüm hayvanları severim, ağaçları, temiz havayı daha salaş restoranları, çıplak ayak yürümeyi, balık tutmayı, üstüme her mevsim ince şeyler giymeyi.
Sanki tüm bu alışkanlıklar ordan yadigar bana, bir zamanlar orda olduğumdan..
Bir hafta önce gazetede okudum marmaris in o güzelim  bozburun köyünden datçaya kadar olan kısımda imar planında yapılacak değişiklik onaylanmış. Binlerce ağacın katline ferman verilmiş. Ağzından salyalar akarak bekleyiş içinde olan otel sahipleri ellerini ovuşturmaktaymış. Yeni dikilecek oteller, yeşilin ortasında beton yığınları, denizi kirletecek olan, arıtma sistemine yatırım yapmayacak onlarca bina ormanların içinden gözümüze batacak yeşilin rengi kocaman bir griye bulanacak. Keşke bir şeyler yapabilsek, kendimizi o ağaçlardan birine zincirlesek kurtara bilir miyiz? Yoksa çoktan doların yeşilini, doğanın yeşiline tercih mi ettik? Aslında cevabını bildiğim bir soru bu. Sadece belki de zaten birileri bir şey yapacak diyoruz. Tokatlanmaktan kokuyoruz , aman öne çıkma diyoruz kendimize , bir çıkan olur diyoruz. Çoluğumuz çocuğumuz,  işimiz gücümüz var diyoruz ve hep prangalarımızı sağlamlaştırıyoruz. Her şey olup bitiyor ve iç çekerek bir zamanlar orda bir orman vardı yavrum diyoruz çocuğumuza.
Derken hiç de utanmıyoruz.

Çocuk Dostu Bir Yer Var mı?

        Bayram yaza denk gelince, bayram tatili planları her zamankinden daha fazla cezbediyor insanı. Zaten 15 günlük izin koparmak oldukça zor çalışırken. Araya bayram da girince, bayram öncesi haftasını da izin alsam al sana mis gibi tatil dedim, 15 günlük tatil al tepe tepe kullan.

Ada'ya mayo lazım, şu tuvalet eğitimi o zamana bitmiş olur mu? yoksa little swimmers' bezlerle kumsalda arzı  endam mı ederiz? Bu yaz yüzmeyi öğrenir mi acaba? denizden korkar mı? sever mi? diye kafamda binbir düşünce birbirinden habersiz bir geçit töreni yaparken,  Geçen yıl bodrumda yaptığımız tatilde memnun kaldığımız otelde bu yaz 1 hafta geçirmeye karar verdik, kalan bir hafta da başka bir yere gidelim dedik. Son haftayı geçireceğimiz yeri "Fethiye" olarak belirledik. Başladık otel bakmaya, tam bir otel beğeniyoruz balayı oteli çıkıyor. Başka bir tane buluyoruz 16 yaş altı çocuk kabul etmiyor. Velhasıl baktığımız otellerin %90'ı çocuk kabul etmediğini söyledi.
Şaşırdık, nasıl bir konsept belirlenmiş bu tatil beldelerinde diye. Aman kardeşim nasıl gelirseniz gelin çocuğunuzu alıp gelmeyin. Çocukları kemirgen, gürültü makinası, huzur bozucu varlıklar olarak yaftalamışlar herhalde otellere almıyorlarmış. Neyse garip geldi. Ne diyelim kötü günümde yanımda olmayanın iyi günümde de ben yanında olmam hahaha :)

Thursday, June 5, 2014

Tuvalet Eğitimi Volume II

Ada'nın tuvalet eğitimde birinci haftanın sonuna geldik. Bugün itibari ile isabet sayımız oldukça fazla. Hafta sonu benim katkımla ama hafta içi konuyla ilgili uzunca bir mesai yapan annem sayesinde başarıya adım adım yaklaşıyoruz sanırım. İşten eve geldiğimizde ani bastıran ilgiden sıkılan ada çişinin geldiğini unutup salonun ortasına çiş yaptı tek vukuatımız buydu bugün için. O yüzden kulağımı çekip etrafımdaki en yakın tahtaya vuruyorum şimdilik.
 Tabii bu yazımdan adanın "Anne çişim geldi, oturağım nerde?" Diye sorduğu anlaşılmasın. Saatte bir   "Kızım çişin geldi mi? Kakan var mı?"demekten helak oluyoruz. Adanın çişinin geldiğini ondan daha iyi anlayacak bir sensörümüz varmış gibi çişi ve kakayı doğru zamanda oturakla buluşturmak bizim işimiz  :) Ada şu an söylemeye gönüllü değil, resmen çiş ve kaka hırsızı olarak annemle ben adanının kıymetli hazinesinin peşinde koşturuyoruz. Bakalım bir hafta daha devam edersek söylemeye gönüllü olur belki. Yoksa sanırım bu planı biraz ötelemek daha iyi olacak.

Wednesday, June 4, 2014

Zamanın Yavaş Aktığı Yerler

Kasabalarda zaman yavaş akar. Saatinizi ve takvimi bir kenara atsanız hangi günde olduğunuzu saatin kaç olduğunu kolaylıkla unutabilirsiniz. Yıldızlara bakarak ertesi günün nasıl olacağını tahmin etmeye koyulursunuz. Çarşının içinde, sahilde çektiğiniz fotoğraflarda arka planda geçmekte olan insanlar tesadüfen kadraja girmiş yabancılar değildir, kadraja tesadüfen de girmiş olsalar tanıdık insanlardır. Mehmet Amca, Ali Abi gibi adları vardır.
Kasabanın merkezinde kurulan pazarlar taze sebze meyvelerle doludur, organik olup olmadığını sorgulamazsınız bile. Kokusu rengi onları ele verir. Sanki yedikçe yeseniz kilo almazsınız.
Deniz kıyıya usulca vurur kasabalarda, deniz davetkardır. Herhangi bir metropolden bu kasabalara gitseniz hava çarpar, üst üste bir kaç bira yuvarlamış gibi bir hissiyata kapılırsınız. Gözkapaklarınıza iki fil oturuverir.
Küçük köyler vardır civarda, bu köylere yapılan gezintilerden dönmek istemezsiniz. Köy meydanlarında bir camii, bir de kahvehane mutlaka bulunur. Buraya yakın bir yerde satılan bal size ikram olunur. Herşey basit ama yerli yerindedir. Bu da olsa ne güzel olur demezsiniz. Basit, kolay rahat ve mutlu hayat köylerin sokaklarından beslenir, kasabada yaşar, şehirlerde ölür. Çünkü şehirlerde hayat hızlıdır, kurallar vardır, trafik ışıkları, zaman, patronlar, ensesi kalınlar, göbeğini kaşıyan adamlar, yolsuzluk yapanlar, hırsızlar, zenginler, fakirler, mavi yakalılar, beyaz yalakalar, polisler, gelen mailler, çalan telefonlar, dolmuşlar, taksiler.  O yüzden en güzeli yolda olmaktır kasabaya giden yolda...

Plaza İşçisi bir Annenin Notları

Burdan beni duyan annelere sesleniyorum yok benim yaptığımı yapmayın. Yani diyeceğim o ki çocuktan sonra çocukta yaparım kariyerde diye bir gaflete düşmeyin. Hani böyle diyorum diye aman kadınları eve çeken, işgücünden alıkonulmasını isteyen bir ideolojiye sahip olduğum anlaşılmasın.
 Maalesef ülkemizde kadının doğumdan sonra çalışmasını teşvik eden politikalar yok. Daha göğüslerinizden süt akarken döndüğünüz iş yerinde  sizin yokluğunuzda değişen organizasyon yapısı ve prosedürlere ayak uydurmaya çalışırken kimse gözünüzün yaşına bakmaz . Velhasıl ben işe döndüğümde sorumluluklarımı daha da arttırmışlar ama buna ilaveten beni hoşnut edecek hiçbir değişiklik yapmamışlardı. Ada'ya sütümü şirketin tuvaletinde sağıyor öğle arası sağdığım sütü eve götürüyor, yemek bile yemeden işe geri dönüyordum. Üzerime o kadar iş yığdıkları halde maaşıma bir kuruş zam yapmamışlardı. Beklentileri yüksek, bu beklentilerin geri dönüşü ise sıfırdı. İstifa ettim başka bir iş bulmuştum. Yeni bir sayfa açıldı önüme diye bir sevinç kaplamıştı içimi.
Yeni işime başladım, bu sırada Ada'ya alerji teşhisi koydu doktorlar. İşe başlarken öyle flexible çalışma saatlerimiz yok vay efendim işin bitmesi önemli, bir saat geç gelmişiniz erken çıkmışsınız kimse bunun hesabını sormaz dendi. İyi dedim ya doğru mantık bu böyle olmalı başımda habire beni dürtecek biri olmayacak, önemli olan işin bitmesi dedim. Ama baktım iş uygulamada böyle olmuyor sabah 09:00 akşam 18:00 çalışma saatlerine sahip olan işyerinizde. Sabah 9:00 akşam 19:00 19:30 çalşın kimse gelip size madalya takmıyor, sırtınız sıvazlanmıyor. İşinizi yapmanız değil üstüne kuş kondurup kuşa küpe takmanız gibi kriterlerle değerlendiriliyorsunuz. Bir kere elinizde kendinizi öven reklam panosuyla dolaşmanız, sizin üstünüz olan insanların katılacağı her yemeğe etkinliğe,şirket kampanyalarına  katılmanız. Sadece orda bulunmakla kalmayıp masanın başında oturmanız, şirketin tüm dedikodularına vakıf olmanız lazım. Tabii tüm bunları yapamayan bir anne olarak kurumsal anlamda "visibility" sağlamanız zor. İş arkadaşlarınızın genç bekarlardan oluşacağı iş yerlerinden uzak durun. Onlar saat 21:00 da gideceği mekana işyerinden direkt geçiş yaptıkları için sizin 18:00 de işten çıkıp çocuğunuza banyo yaptırmak istemenizi anlayamazlar. Yani çocuğumla vakit geçiremiyorum ben burdan 19:30 da çıksam köprü trafiğiyle iki saat sonra evde oluyorum biraz insaf demeniz bir işe yaramaz. Geç kaldığınız sabahlarda size mesainin 9:00 da başladığı hatırlatılır ama 06:00 da bittiği uzak bir rivayetten ibarettir. Ofisinizin camlı toplantı odaları sütünüzü sağmanız için ideal yerler değildir. Zaten bunun için zamanınızda olmayacaktır. Çocuğum hastalandı ateşi kırk oldu gibi cümlelri sıklıkla kurmanız ne kadar doğru olsa bile asık bir surattan dökülen yarım ağız bir geçmiş olsunla karşılanır. Zaten çocuğun akibeti ertesi gün sorulmaz nede olsa çocuktur hastalanır.
Evim kentsel dönüşüm kapsamında yıkılıyor boşaltmamız lazım derseniz, takvime bakılır size uygun bir taşınma zamanı belirlenir öyle taşınırsınız. Çocukla çalışma hayatı zordur çocuğu olmayan anlamaz bilmez anlamaya da çalışmaz. Sizde sinirlenir gitgide mutsuzluğa sürüklenirsiniz, çocuğunuzdan çaldığınız zaman yaşanacak anılarınız, yapılan performan değerlendirmeleri sırasında boğazınızda düğümlenen ama bir türlü yutamadığınız o yumru gibi canınızı acıtır.

Tuesday, June 3, 2014

Tenis Topundan Pacman

Ada'ya kendi yaptigim, yarattigim oyuncaklari verebilmeyi cok isterdim.  Ama calisan bir anne oldugum icin bunun icin yeterince vakit bulamiyorum maalesef. Bellki cok daha planli programli biri olsam bunu da gerceklestirebilirdim ama  benden oyle biri de  cikmiyor.
 Gecenlerde instagram fotolarindan birinde bu yaratici tenis topunu gordum . Ada bununla ilgilenir dedim gorur gormez. Evde eskimis biraz da kirlenmis tenis topunu gorunce planimi hayata gecirdim. Karsinizda tenis topundan packman.  Bu pacman cok yaramaz, adayi evde kovaladi acikti, o koca agziyla adanin kolunu isirdi, ada da onu beslemeye karar verdi. Sonucta kikir kikir güldük ve televizyon, i-pad den uzak bir sure gecirdik.  Pacman'e tesekkur ederiz.


 

Tuvalet Eğitimi

Tuvalet eğitimi maceramıza atılmış bulunuyoruz. Önce biraz kitap karıştırdıktan sonra konuya girişiverdik. Önce Ada'yı hazırlamak adına biraz konu hakkında konuştuk. Büyüdüğünü, büyüyünce neleri kendi başına yapabileceğinden örnekler verdik. Yemeğini kendi kendine yiyiyorsun, kendi kendine uyuyorsun gibi... Artık bezi bırakalım, büyünce bez bağlamana gerek kalmaz dedik. Bezimizi attık. Hatta Pepe'nin şu meşhur şarkısını söyledik.
"Bezleri attık külotlar giydik, artık işte hepimiz tuvaleti öğrendik...." Tabii öğrendik mi bilinmez hala ama kazalar olabiliyor. Bazen yerde, bazen koltukta küçük süprizler görebiliyoruz. Bence tuvalet eğitimine başlamadan önce annenin de buna hazır olması şart. Hani yerden o kadar çişi, kakayı temizledikten, kirlenen kıyafetleri elinde çitileye çitileye yıkadıktan sonra çocuğuna güler yüz gösterip
- "hadi kızım gel oturağa bir otur bakalım" diyince
- "boş yere uğraşma anne yap-mıııı-canmm"diye bir cevabı hazmedebilmek bazen zor olabiliyor.
Neyse zorlamıyoruz, üstüne gitmiyoruz. Zorlarsak o reaksiyon gösterecek bu işi daha da uzatacağız.
Şimdilik Ada'yı destekliyoruz. Her isabette Oturağımıza çıkartmalar yapıştırıyoruz.
Biberonla beslenince altını ıslatan bir bebeğimiz var onu da oturağa oturtuyoruz beraber bekliyoruz çişimizi. 

Sunday, May 25, 2014

Doğa Dostu Kararlar

Yarının doğum günüm olmasından mı ne bilmiyorum.  Bugün zamanın nasıl çabuk geçtiğini düşündüm. İstediğim şeylerin ne kadarını yapabildim ne kadarını yapamadım ne kadarını yapmayı bile denemedim. Sonra kendimi düşünen yanımdan kurtulup şu son yıllarda yaşananları düşündüm. Yatak odamın balkonundan ormanın içinden fırlayan  3. Köprünün ayaklarına baktım. Ağaçsız tepeleri halen yeşil kalan yerlere baktım. Meraklı kızımı kucağıma aldım ona da gösterdim gördüklerimi. Bir kaç kuş geçti bazı kuşların ismini söyledim bazılarınınkini söyleyemedim. Zaten artık o kadar yüzeysel ki doğayla ilişkimiz  binbir çeşit balığa sadece balık diyoruz, kuşlara kuş,  ağaçların binbir çeşidi olsada hepsi ağaç bizim için. Sanki artık plazaların ismini daha iyi biliyoruz. Yeni açılan avm lerde check in oluyoruz.  Çıplak ayak la toprağa basmıyoruz bile,  yeni yaş kararlarımdan biri de adayı daha çok doğayla buluşturmak.  

Saturday, May 24, 2014

Doğum Günü

 Uzun zamandır tek bir sayır yazmadığımı hatırladım.
Yarın doğum günüm, her yeni yıl her yeni yaş yeni kararlar için motive eder insanı. Ben bloga biraz daha ağırlık vermeye karar verdim bu motivasyonla umarım kendime verdiğim bu sözü tutabilirim. Nede olsa 29 yaşını bitirip 30 dan tırtıklamaya başlayacağım yarından itibaren. Onun da hüznü çökmedi değil. Ne çabuk geçiyor zaman...